Bu Blogda Ara

Arşiv

Düğün ve Düyûn Kördüğümü

Düğün ve Düyûn Kördüğümü
Yiğit Özgür Karikatürü
Bulunduğumuz coğrafyada kendisine en çok kıymet atfedilen organizasyonlardan biri düğündür. Pek çokları için düğün, hayatının en önemli olayıdır; toplumsal hayatta en çok göz önünde bulunacağı bir faaliyettir.

Düğünlerin en önemli mesajı, başkalarına “duyun” demektir, “evlendiğimizi duyun ve bize hayır duanızı edin”. Bununla birlikte, günümüzde başkalarının düğün hakkında ne diyeceğine kulak kesilmek evlenen taraflar için daha öncelikli hale gelmiş. Zamanın ruhu “Eller ne der, el diline düşmeyelim” gibi endişelerle hareket etmeyi ve yaptığı her işi ışıltılı bir gösteriş içinde sunmayı telkin ediyor. Ancak bu gösterişin bir bedeli var ve umumiyetle bu bedelin ödenmesi düğün sonrası birkaç yılı düyunu-u umumiye şartları altında yaşamayı gerektirebiliyor.

“Düğünyevîleşme” başlıklı yazımızda bu süreçten bahsetmiştik. Özetle anlatacak olursak; birbirini seven iki gencin evlilik süreci, iki 14 Şubat’ın toplamının bir 28 Şubat etmesi durumuna benzetilebilir. Sürecin başından sonuna kadar, aile büyüklerinin oluşturduğu Milli Gelinlik Kurulu (MGK)’nun tavsiyelerine(!) paşa paşa uyulmalıdır. Aksi takdirde, özellikle damat adayımız, MGK etkisiyle üzerine yürüyen “kaynatank”lar ile kendisine bir balans ayarı çekilmesi işlemine maruz kalabilir. Gelin kızın arkadaşları tarafında Bacı Çalışma Grubu (BÇG) da ayrı bir faaliyet yürütür ve düğün hazırlıklarını titizlikle takip eder.

(NOT: Kaynata ve tank kelimelerinin kaynatılmasıyla ortaya çıkan “kaynatank” mefhumunu yazıda kullanabilmek için atılan takladan dolayı, incinmesi muhtemel kayınbabalardan özür dileriz. Bu süreçte en çok yükü çeken ve hiç sesi çıkmadan her şeyi kabul eden cefakâr kahramanlar varsa onlar da genelde kayınbabalardır. Yine muhtemel bir kayın valideler saldırısından korunmak için, validelere mizahî yönü olan bir yazıyı okuduklarını hatırlatır ve kendilerinin anlayışlarına sığınırız.)

Birlikte kurulacak aile hayatının devamı noktasında reel hiçbir katkısı olmayan, tek bir gün/gece için alınan ve bir daha giyilmeyecek kıyafetler, aksesuarlar, süsler, bir dolu masraf yüklü gereksiz âdetler, adım atılan her yere dağıtılan bahşişler ve “her şeyin en iyisini alalım” düşüncesiyle alınan eşyalar, nakit paraların suyunu çekmesiyle tarafları kredi kartlarına yüklenmeye sevk eder. Satıcılar, cihazları uzatırken, şifreyi görmemek için başlarını “çevik bir” hareketle yana çevirir. Bin ay sürecek taksitleriyle bir “POS-modern” darbe gerçekleşmektedir.

Düğün müessesesine sadece gerektiği kadar ehemmiyet veren ve mâlâyânî israfata bulaşmayan nezih insanlarımızı tenzih ederiz, ancak sosyal medyanın yükseliş devri ile birlikte maalesef pek çokları nezdinde düğün işleri yukarıda anlattığımız minvalde işliyor. Düğünlere davetli olarak gidenler de hediye takma derdine düşüyor. Kendi imkanlarının çizdiği sınır ile diğer davetlilerin takacağı hediyelerin rayiç bedeli uyuşuyorsa ne âlâ!

Diyeceksiniz ki, bayram değil, seyran değil, düğün mevsimi hiç değil. Nereden çıktı şimdi bu mevzu?

Efendim, geçtiğimiz hafta, ülkemizde bankaları denetlemek ve onlarla ilgili mevzuatı düzenlemekle görevli kurulda çalışan bir yöneticinin düğünü olmuş. Düğüne banka ve finans kurumları gibi çevrelerden davetliler iştirak etmiş. Laf aramızda, bazı küçük bankalar davet edilmemiş bile ama davet edilmemiş olanlar açısından bu bir kayıp değil, zira davetli bankalar düğün öncesi aralarında küçük bir anlaşma yaparak 150 bin ile 350 bin lira arasında değişen hediyeler sunmaya karar vermişler. Hediyelerin maddi değerinin yüksekliğine mi yanalım, denetleyen-denetlenen ilişkisi içerisindeki taraflar arasındaki hediyeleşmenin çarpıklığından ve etik problemlerden mi dert yanalım, bilemedik, tam bir kördüğüm... Demokrasisi gelişmiş ülkelerde benzer bir olay yaşansa mahkemeler devreye girer, soruşturmalar açılır. Bizim memlekette de milletin gözünün önünde cereyen eden bu vakalar iftihar konusu olarak sunulur. Demokrasi geliştikçe eğlence anlayışı düşüyor mu ne...

 Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dugun-ve-duyun-kordugumu_601948

Teknolo-cinayetler

Teknolo-cinayetler
Teknolo-cinayetler
Tarih boyunca insanlar etraflarındaki malzemeleri kullanarak hayatlarını kolaylaştıracak eşyalar üretti. Geliştirilen yeni eşyalar bazen öyle tesirli oldu ki, insanlık tarihinde yeni bir çağ başlattı. Keşif ve icatlar insan yararına kullanıldığı gibi hayatları söndürme aracı da oldu, bıçağın iki yüzü de keskin, ne yazık ki...

Madenlerin işlenmesi, gündelik hayatı değiştirirken kılıç mızrak gibi savaş aletleri de yapılır oldu. Ateşli silahların keşfi mertliği bozduğu gibi aynı anda öldürülebilecek insan sayısını artırdı.

Zamanla, insanların bedenen yapabileceğinin çok üstünde hareket kabiliyeti olan, verimliliği yüksek makineler geliştirildi. Ulaşım imkânları arttı ve hızlandı. Tabii, bu ilerlemenin de olumsuz tarafı ölümlü kazaların artması oldu. İçten yanmalı motor ve elektrikli aletlerin fabrikalarda kullanılması, insanlığa seri üretimi getirdi ancak bunun da ızdırabını en çok, yeteri kadar güvenlik tedbirlerinin sağlanmadığı tesislerde, sağlıksız şartlar altında, köle  gibi çalışan insanlar çekti.

Bilim ve teknik ilerledikçe silahlar da bundan nasibini alıyor ve öldürücü özelliği artan yeni silahlar dünyamıza katılıyor. Elektronik devrelerin ve robotik uygulamaların da tesiriyle, artık insanların oturduğu yerden ve sadece bir düğmeye basarak binlerce km uzaklıktaki mevkileri tahrip edebileceği bombalar ve füzeler, kitle imhasında kullanılan nükleer ve kimyasal silahlar var maalesef.

Güçlü ve ileri teknolojiye sahip silahlar, devletlerin resmî ordularında bulunuyor ve uluslararası bazı düzenlemeler, tarafların bu silahları ölçüsüzce kullanımını iyi-kötü, kısmen de olsa engelliyor diyelim. Çok bir işe yaradığı görülmese de, Birleşmiş Milletler denilen oluşum, ileri giden ülkeleri ıkına-sıkıla kınayabiliyor. Genelde ticari kaygıların ön planda olduğu ülke birlikleri, ortak tavır alıp uyarıda bulunabiliyor, haddini aşan ülkelere ticari müeyyideler uygulayabiliyor. Basın yayın araçları, internet ve sosyla medya sayesinde dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşılan haberlere kolaylıkla ve ekserî canlı olarak takip edilebiliyor. Devletler, hükümetler ve beynelmilel türlü organizasyonları beklemeden ve kimi zaman onların takındığı tavırdan bağımsız bir kamuoyu gelişebiliyor. Bazı miletlerin öyle faal fertleri var ki, zalim ülkelere destek veren kendi hükümetlerine geri adım attırabiliyorlar.

Geçtiğimiz hafta İsrail, uzaktan ve aynı anda harekete geçirdiği patlayıcılarla HAMAS müntesibi olduğu tahmin edilen bazı kişilerin kullandığı çağrı cihazları ve telsizlerini patlatarak bir anda bütün dünyayı dehşet içinde bıraktı. Çok sayıda ölü ve yaralının olduğu bu operasyonu gerçekleştirmek için en az üç yıl öncesinden başlayan bir planlama ve organizasyondan bahsediliyor. İnsanlık dışı ve kalleşçe bir saldırı diyeceğiz ama çok daha kötülerini bile dünyanın gözünün önünde yapan İsrail’in utanacağını hiç sanmıyoruz.

Diğer bir enteresan gelişme de Çeçen yönetici Kadirov’un, Elon Musk’ın hediye ettiğini söylediği Tesla marka aracının uzaktan devre dışı bırakıldığını iddia etmesiydi. Musk iddiayı reddetti ancak akıllarda soru işareti bıraktı. Kamera ve sensörlerle dolu, bulut sistemleri ve internet ile desteklenen yazılımlarla çalışan bir aracı üreticisi de durdurabilir, sisteme sızan kötü niyetli korsanlar da. Hiç kimse müdahale etmese bile, bazı sistemler hatalı işlem veya güncelleme yüzünden devre dışı kalabilir, kendisinden beklenen davranışı sergileyemeyebilir.

Hayatımızın önemli bir kısmında üstümüzde taşıdığımız, içine binerek hareket ettiğimiz, evimizde, işyerimizde, sokağımızda bulunan ve hayatımıza dokunan, başka sistem ve yapılarla haberleşen cihazları kullanırken artık eskisi kadar cesur olamayabiliriz. Hiç kimse kendini tam olarak güvende hissedip bu teknolojik cihazları kullanamayacak. Kendi teknolojik cihazlarımızı geliştirmedikten sonra o güvenin gelmesini çok bekleyeceğiz gibi...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/teknolo-cinayetler_601695

Tele-komikasyon

 

Tele-komikasyon
Can Baytak karikatürü
 

Türkiye Yüzyılı uzayda başladı ve yine uzayda devam ediyor. Cep telefonu ve internet hizmetlerine iki yıl içerisinde %500’leri aşan oranlarda yapılan zamlar, astronomi biliminde ulaştığımız noktanın tescili hükmünde. Telekomünikasyon deyince akla ilk gelen şeylerden biri uydudur. Uydu uzayda dolaşır, öyleyse fiyatları da neden uzaya çıkmasın?

Bugünlerde, 150 TL’lik cep telefonu faturası ödeyenlere bundan sonra en az 500 liralık fatura ödeyecekleri müjdeleniyor. Üstelik bu ücret, bir yıllık kullanım taahhüdü verenlere teklif ediliyor. Sabit internet ücretleri de 500-600 civarlarında. Geçen seneden verdiği kullanım taahhüdü süresinin dolmasına 3 ay kala yapılan bu cazip(!) teklifleri beğenmeyip burun kıvıran ve “Nasıl olsa, daha iyi bir teklifle daha gelirler, sürem dolunca bir daha değerlendiririm” diyenlere kötü bir haberimiz var; zaman geçtikçe fiyatı daha da artırıyorlar, ilk teklifleri kabul etmeyen müşteriler bin pişman. Abone olarak verdiğimiz taahhüt sözünü tutup ayrılmadığımız halde, maalesef operatörler 3 ay öncesinden yeni ve yüksek bir paket seçeneği ile gelip  “şimdi kabul etmezseniz fiyat daha da yükselecek” diye korkutuyor. 12 ay boyunca sabit ücret sözünü operatör, bizim iyiliğimiz için çiğniyor yani, fedakârlığın böylesi gözlerimizi yaşartmıyor değil.

Yüksek fiyatlardan canı yanan kullanıcılar şikayet etmeye başlayınca hemen Avrupa ile kıyaslamaya başlıyorlar, Euro ve dolar cinsinden hesapladıklarında ucuz kaldığını bile söylüyorlar. Alım gücü ve maaş ortalamasını geçtik, kıyaslamanın doğru olabilmesi için verien hizmetin de aynı olması gerekmiyor mu? Dünya internet hızı sıralamasında 180 ülke arasından 111. sırada yer aldığımızı hatırlatalım. En ufak bir tabiî afet anında kilitlenen ve kullanılamayan şebekeler, bağlanılamayan internetler de cabası.

Sosyal medya mecralarında yükselen tepkiler üzerine Türk Telekom CEO’su “Bugün Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin ayda 5-8 damacana su tükettiğini düşünürsek ve bir alegori yaparsak ‘Türkiye'de internet tarifeleri sudan ucuz’ demek yanlış olmaz” diye açıklama yaptı. Ne kadar da tele-komik bir açıklama, öyle değil mi? Akarsuların gürül gürül aktığı, gölleri ve yeraltı suları bakımından fevkalade zengin olan ülkemizde, neden damacana suyuna ihtiyaç duyulduğu sorulmuyor nedense... Ayrıca, damacana fiyatlarının düşük olduğunu kim söyledi acaba? “Cana geleceğine eve damacana gelsin” diyenler de genelde yemek ve çay için şebeke suyunu kullanır,  nasıl olsa kaynayınca içilebilir hale geleceğini düşünerek. Hazır suların pahalılığından sebep birçok insan artık arıtma cihazlarına yöneldi, buna da gücü yetmeyenler tamamen şebeke suyuyla idare ediyor. 


 

Tele-komik “siyo” suya bakarak “Su gelir güldür güldür, alegorisi gel bizi güldür” diye düşünmüş olabilir mi? Bir damacana su alınca, evdeki herkes ondan istifade edebilir ama cep telefonu aboneliğine, kurbanlık danaya ortak olur gibi girilebilir mi? Bu nasıl bir kıyas, anlamak mümkün değil.

Meşhur Fransız yazar Victor Hugo, damacana hesabı üzerinden kendine haklılık payı çıkarmak isteyen günümüz “siyo”larını görse muhtemelen “Sebiller” diye bir roman yazardı. Romanın baş kahramanının ismi de “Damajean Vercan” olsa tadından içilmezdi...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/tele-komikasyon_601422

 


Yoksuzluklar Ülkesi

 

Yoksuzluklar Ülkesi
İbrahim Özdabak Karikatürü

“Kışlık” olarak inşa edilen ve Malazgirt Zaferi kutlamaları vesilesiyle senede bir defa, yaz ortasında ziyaret edilen sarayı duymuşsunuzdur. “Senede iki günlük ziyaret için koca saray mı inşa edilmiş?” minvalindeki eleştirileri bertaraf etmek ve önemli devlet işlerinde de kullanıldığını göstermek için bu sene bu sarayda bir bakanlar toplantısı tertip edilmiş. Ahlat Sarayında, ahval-i âlemi değerlendirmek maksadıyla bakanlarıyla toplanmasının öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle dedi:

"Eski Türkiye artık tamamen geride kalmıştır. İnsanımızın kökeninden inancından dilinden dolayı ötekileştirildiği günler artık geride kalmıştır. Terör sopasıyla siyasetin dizayn edildiği, toplumun hizaya sokulduğu, ülkemize istikamet çizildiği günler geride kalmıştır. Yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır."

Şimdi bakalım: Gazze’de katliam yapan İsrail ile neden ticarete devam edildiğini sorgulayan mütedeyyin insanlar polis copundan nasibini almadı mı? Gazilik maaşlarının ödenmesi için yürüyüş yapan 15 Temmuz Gazileri gözaltına alınmadı mı? Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde başörtülü öğrenciler de tartaklanmadı mı? Demek ki neymiş, kökeninden, dilinden ve inancından dolayı ötekileştirilen insanımız yokmuş. Ötekileştirme kriteri, iktidarın hoşuna gitmeyecek şeyler söylemek ve yapmakmış.

7 Haziran 2015 seçimlerini sonucunda, hiçbir partinin tek başına hükümet kurmak için Meclis’te yeterli ekseriyeti sağlayamamasının akabinde, memleketin dört bir yanında bombalar patlamış ve terör eylemleri çoğalmıştı. “En az dört yüz milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” tavsiyesini milletimiz dinlemiş ve 400 olmasa da olumlu sayılabilecek bir miktarda vekil vererek huzur içinde mesele çözülmüştür. “Kenti kentini” yönetemeyen şehir ve ilçelerimiz çıkmııyor mu bazen? Yanlışlıkla seçilmiş belediye başkanları “Sen çekil şöyle bir kenara, ben baKayyım” denilerek alınmış, çok mu? Görüldüğü gibi, anarşi ve terör sopasını artık kullanan yok memlekette.

Bazı kesimlerin diline pelesenk olmuş “yasaklar” kelimesi var, sanki bu memlekette yasak kalmış gibi... Hangi kanunun hangi maddesinde yasak kelimesi geçiyor söyleyebilir misiniz? Yok, yasak yok bizim lügatımızda. Devletin ve milletin menfaatlerini korumak için bazı zamanlarda bazı şeylere erişim engellemesi yapılmıyor değil, fakat kimse buna yasak diyemez. Zararlı fikirlerin yayıldığı sosyal medya mecralarını, akılları başına gelinceye kadar engellemek yasaklama sayılmaz. İktidarı zayıflatıp düşürmek suretiyle devlete zarar vermek isteyenlerin esasında milleti hedef aldıklarını biliyoruz. Millet düşmanlarına da fırsat vermeyelim bir zahmet...Memlekette ifade hürriyeti var ama bunu yaparken hakaret edenleri, asıl niyeti farklı olanları “niyetisyen” arkadaşlarımız hemen tespit edip cezalarıını veriyor. Meclis’te de olsa, şahin arkadaşlarımız “Ağzının, al payını!” dercesine üzerlerine düşeni yapıyorlar.

Yeni ülkemizde yokluk diye bir şey kalmadı, marketler ağzına kadar dolu. Pahalılık var diyenler, çiftçilerin eylemlerini görmüyor nedense! Çiftçiler ürettikleri ürünlerin para etmediğini, çok ucuza gittiğini iddia edip isyan ediyorlar. Kimi, protesto etmek için bedava dağıtıyor mallarını. Şikayet pahalılıktan değil ucuzluktan....

 Netice itibarıyla; memlekette enflasyon yok, pahalılık yok, işsizlik yok, yasak yok, yolsuzluk yok, terör korkusu yok... Yok, yok... Tam bir yoksuzluklar ülkesi olmuşuz ama bazılarının bundan da haberi yok!

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yoksuzluklar-ulkesi_601169

Bir Yargının Külünü Yeniden Yakan Ateş

 


Bir varmış, bir varmış, bir varmış...

Toplam üç etti diye düşünüyorsunuz, değil mi? Yanıldınız! Hepsinin toplamı bir ediyormuş, çünkü Yeni Yüzyıl Masalı ülkesinde kuvvetler tek elde toplanıyormuş ama dışarıdan bakanlar bunların üç farklı kuvvet olduğunu zannedebilirmiş.

Şah Sımiyegıl ve ailesi –kısaca Sımiyegiller diye bilinirler- tarafından yönetilen ülkede Şah(s)’ın ağzından çıkanlar kanun kabul edilip tatbik ediliyormuş. Hemen ertesi gün, parlamento takımı toplanıp, Şah(s)’ın sözlerini bir kanun kılıfına sokup vekillerin onayından geçiriyormuş. Logosunda bir dev led şekli bulunan partinin desteğiyle mecliste istedikleri gibi at koşturuyorlarmış. “Yasama, ya terk et” prensibiyle çalışan vekiller, Şah Sım’dan gelen her teklifi olduğu gibi kabul ediyor, muhaliflerden gelen istekleri de ne olursa olsun, içine bile bakmadan reddediyorlarmış.

Yürütme deyince akla Sımiyegiller gelirmiş. Gece gündüz demez, durmadan yürütürlermiş, işleri... Büyüğünden küçüğüne bütün memurlar, en ufak işlerini bile yaparken, aldıkları talimat çerçevesinde hareket ettiklerini söylerlermiş. “Kutulu” olduğu söylenen yollarında hem yürüyor hem kendilerine yakın olanları yürütüyorlarmış.

Yargı camiasının bütün tayinlerini bizzat Şah Sım yapıyormuş. Hoşuna gitmeyen kararları verenleri sürgüne yolluyormuş. Bütün “yargıcı”lar, senede bir defa sarayda toplanıp bağlılıklarını ifade ediyormuş.

Sımiyegiller’in memurları, Şahlarını zora sokacak bir harekette bulunmamaya ve onu üzecek herhangi bir açıklama yapmamaya çalışırlarmış. Memlekette iyi bir şey olduysa muhakkak surette sahiplenir, kötü bir sonuçla karşılaştıklarında ise bir suçlu bulabilirlerse bütün kabahati ona yıkmaya, bulamazlarsa da, dışarıdan bakan herkesin görebildiği ve durum hakkında pek bir şey anlatmayan açıklamalarla durumu geçiştirirlermiş.

Meselâ; öğrencilerin uzaktan bağlanıp işlem yapacakları sistem çalışmıyor olsun. Yapılan açıklama: “Çok sayıda öğrenci aynı anda bağlanmaya çalıştı, sistem kaldırmadı.”

“İyi de, toplam öğrenci sayısı biliniyordu, sistemlerin desteklediği bağlantı sayısı da hesaplanabilir bir büyüklük. Neden yeterli sistem kaynağı tahsis edilmedi?” gibi sualleri almamak için her gazeteciyi toplantılarına davet etmezlermiş.

Millî futbol takımı mı elendi? Açıklamaya bakın siz: ”Rakip takımın attığından az sayıda gol attığımız için elendik.”

-Neden daha çok gol atamadık?

“Rakip kale çerçevesi içine topu gönderemedik”

-Kale çizgisini neden geçemedik?

“Top, gerekli zamanda yeterli hızı kazanamadı...”

Var mı bu açıklamalara itirazı olan? Gördünüz mü, asıl suçlu olan top çıktı! Daha bunun rüzgârı var, ışığı var, sahanın zemini var, hakemi var, federasyonu var...

Gündüz ortası, ateşli bir silahla vurulup öldürülen kişi için yazılan rapora da bakalım mı?

“Bir veya çoklu organın iflas etmesi sonucu ölüm gerçekleşmiş”

-Nasıl yani, organlar yakın zamanda konkordato mu ilan etmişlerdi ki? Nasıl iflas etmişler?

“Kan kaybının etkili olduğunu düşündürecek ipuçları var.”

-Durup dururken kan kaybetmeye nasıl başlamış dersiniz?

“Yüksek bir hızla hareket eden yabancı bir maddeyle çarpışmak, kanamaya sebebiyet vermiş olabilir”

Günün birinde, o ülkede meşhur olan ocaklardan birinden bir “Ateş” sıçrayıvermiş. Düştüğü yeri yakmış ve bir yangına sebep olmuş. Herkes bir anda o Ateş’i, yangını konuşmaya başlamış. Yargıcılar ve gazeteciler o yangının çıkmasında etkili olan oksijen gazı, ulaşılan sıcaklık, rüzgar ve nem ile ilgili ayrıntılar üzerine durmayı tercih etmişler. Sanki o yangın, durduk yerde çıkmaya karar vermiş gibiymiş.

Hiç hesap etmedikleri bir şey olmuş ve bu sefer, böyle kuru, kimseye faydası olmayan açıklamalar kamuoyu nezdinde yeterli sayılmamış. Gerçeğin ve suçluların ortaya çıkması için yoğun çalışmalar başlamış. Sonuçta öyle bir Ateş olmuş ki, “Bir yargının külünü yeniden yakıp geçtin...” diye şarkısı yapılmış. Ne diyelim, hangi ateşin kimi yakacağını kim bilir...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/bir-yarginin-kulunu-yeniden-yakan-ates_599896

Hatalı Güncelleme


 

Geçtiğimiz hafta, dünyanın pek çok yerinde bilgisayar hizmetlerinde kesintiler yaşandı.

CrowdStrike isimli şirketin Falcon ürününde yayınladığı bir güvenlik güncelleştirmesi, Microsoft şirketinin Windows işletim sistemi ile çalışan bilgisayarların mavi ekran verip çökmesine sebep oldu.

Microsoft tarafı, kesintiden etkilenen bilgisayar sayısının sekiz buçuk milyon civarında olduğunu açıkladı. Bazı uzmanlar bu sayının 50 milyondan fazla olduğunu da ileri sürdü. Çökmelerin müsebbibi olan CrowdStrike ise herhangi bir rakam vermedi.

19 Temmuz Cuma sabahı, bilgi sistemleri için bir felaket gününün başlangıcıydı. Havayolu şirketlerinin biletleme sistemleri çalışmadı, çok sayıda uçuş iptal edildi, iptal edilmeyen uçuşlarda da gecikmeler yaşandı. Bazı bankaların internet ve mobil bankacılığı uygulamalarına erişilemedi. Bazı marketlerde kasalar çalışmadığı için insanlar alışveriş kuyruklarında bekledi. Bir özel hastanenin bilgi sistemleri devre dışı olduğu için çalışanlar kâğıt formlar üzerinden işlem yapmaya çalıştı. Bazı haber sitelerine ulaşılamadı, sistemler kapalı kaldı ve belli bir süre yayın yapamadılar.

Güvenlik sistemi ve işletim sistemi sahibi olan firmalar, konunun bir güvenlik ihlali veya siber olay olmadığını söyleyerek insanları rahatlatmak istedi ama çözüm için tavsiye ettikleri şey, “güvenli mod” ile açılacak bilgisayarlarda Falcon ürününü devre dışı bırakmak oldu. Böyle olunca, muhtemelen milyonlarca bilgisayar tek tek elle açıldı ve -geçici de olsa- korunmasız bir şekilde çalıştı. Olayın sebebi bir güvenlik açığı değilse bile hızlı çözümü için birtakım güvenlik riskini göze almak gerekti. Sular durulduktan sonra hasarlar daha kolay tespit edilebilecektir muhakkak.

Dünya devi bir güvenlik firması, böyle bir hatayı nasıl yapar diye şaşıyoruz ama tek firma, tek işletim sistemi, tek güvenlik uygulaması ve “tek-noloji” rabiasının tezahürleri bunlar. Açık kaynak kodlu, birden çok kullanıcı ve farklı toplulukların gelişmesinde katkıda bulunduğu sistemlerde böyle küresel ölçekli ve hayatı felce uğratacak seviyede büyük kazalara rastlanmıyor.

Bu arada komplo teorisyenlerine de gün doğdu, milletin ağzı torba değil ki bir torba yasayla büzesin... ABD’nin düşman sayısı o kadar çok ki, olağan şüpheliler listesinde Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore gibi devletler bile var. Hatta, Kasım ayında yapılacak olan başkanlık seçiminde aday olan Trump’a düzenlenen suikast saldırısının konuşulmaması için rakipleri tarafından bilerek yapıldığına inananlar var. İster sabotaj eseri olsun, ister ihmalkarlık sonucu çıkan bir hata olsun, uluslararası çapta iç içe geçmiş ve birbirine bağımlı çalışan sistemlerin basit bir hatada bile çökme noktasına gelebilmesi düşündürücü.

Millet olarak, hatalı güncellemelere ve onlardan sonra çıkan sistem sıkıntılarına şerbetli sayılırız. İçinde bulunduğumuz ve yıllardan beridir süregelen enflasyonist vasatta bazı ürün ve hizmet fiyatlarına ayda bir, bazılarına 15 günde bir hatta kimine haftada bir “güncelleme” geliyor.

Güncellenmiş fiyatları gören vatandaşlar enflasyon karşısında, tıbbi terimlerle ifade edecek olursak anafilaktik şok geçirmek suretiyle allerjen bir tepki veriyor. Önce, mavi ekran verip donup kalıyor. Yeteri kadar mavileştikten sonra vatandaş, “Şirinler sendromu” yaşamaya başlıyor ve kendi kendini telkin ediyor: “İhtiyacın varsa hemen bugün ‘alecen’, almazsan bu beğenmediğin fiyatı da bir daha asla ‘bulamayacen’, almadığın için pişman ‘olecen’...”

Rabbim, hepimizi hatalı güncellemelerin yıkıcı tesirlerinden muhafaza eylesin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/hatali-guncelleme_599427

Öne Çıkan Yayın

Dev Led Aklı

  Dev Led Aklı Çizgi filmlerde veya karikatürlerde sıkça rastlanan bir durum vardır; birinin aklına parlak bir fikrin gelmesi âniden belir...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: