Bu Blogda Ara

Arşiv

Marsiye

Marsiye
İbrahim Özdabak karikatürü


Marsiye:

Mars gezegeninden bahseden eserlerin içerisinde olduğu edebi bir türdür. Örnek vermek gerekirse:

“Bir kızıl goncaya benzer toprağın

Yaşanabilen ikinci gezegenisin sen uzayın

Kurulur üslere SpaceX rampaların

Kimbilir hangi yörüngede durağın

 

Hayat ihtimalini duyan, varsam sana der

Kimi ateş gibi yaktı atmosferin beni der

Kimi billur sularından söz eder

Kimbilir hangi yörüngedir durağın”

***

“Kızılcıklar oldu mu

Gezegene doldu mu

Gönderdiğim roketler

Yörüngene kondu mu

Mendili eline, mendil verdim Elon’e

Kara roket yolladım Mars gezegenine”

 

Harfiyat Kanyonu ana sayfası

 


AşıKatar

 

AşıKatar
Umut Sarıkaya karikatürü

İç acıları toplamı insanı yer ile yeksan eden ve 3Y diye bilinen yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar üçgeninde çok iç açıcı gelişmeler olmadığını söylemek mümkün ülkemizde...

Son zamanlarda Sayıştay raporları sıklıkla haberlere konu olmaya başladı. Haber dediysek, azınlık sayılabilecek medyada yer alıyor bunlar. Türlü türlü usulsüzlüklerin raporlarda tespit edildiğini ihtiva eden haberlerden bahsediyoruz. Bu haberlerin sonucunda ne oluyor derseniz, bilmiyorum. Yapılacak işler için belirlenen maliyetlerin 10, 100 ve hatta 1000 katı ödeme yapılan ihalelerden bahsediliyor mesela, sorumlular hakkında soruşturma veya dava açıldığını duymuyoruz. Cengiz İnşaat’ın üstlendiği Ovit Tünelleri inşaatında maliyeti 19 bin lira olarak belirlenen iş için 17 milyon lira ödendiği raporlarda yazıyormuş. Cengiz + Ovit + 19 bin, bende Covit-19 çağrışımı yaptı nedense. Konu bir şekilde malum hastalığa geliyor yani...

İşlerin kötü gittiği, reform ihtiyacının dile getirilmesinden anlaşılan ekonomide virüsün de etkisiyle döviz-faiz-enflasyon üçgeni büyüyerek vatandaş cephesinde yoksulluğu her geçen gün daha da derinleştiriyor.

Kendilerinden bahsedilmesi yasak değilse bile, çok serbest olduğu söylenemeyen yasaklar tarafında belki de en rahat konuşulabilecek olanı virüs tedbirleri kapsamında alınan yasaklar. Ne zaman başladığı ya da başlamadığı, kimi kapsayıp kapsamadığı gibi hususların ortalama bir vatandaş tarafından tek okumada anlaşılmasının zor olduğu yasaklar için akış diyagramları geliştirenler var. Günü, saati, yaşınızı ve mesleğinizi aşamalı bir şekilde sorarak her adımda cevaplarınıza uygun şekilde sizi yönlendiriyor, ne yapmanız gerektiğini anlatıyor. Virüsle mücadelede böyle yasakların tam olarak etkisi nedir bilmiyorum ama karmaşıklığı “en iyisi evde oturayım da başıma bir iş gelmesin” dedirtiyor. 

İnternette dolaşan yasak algoritması

Anlaşılan, virüsü yenebilecek kadar eve kapanmak için yeterli ekonomik gücümüz yok. En etkili çözüm şimdilik aşı gibi görünüyor ki, o da kafaları iyice karıştırdı. Aşı gelince bütün dertlerin biteceğini zannedenler var, üretildiği yere bakarak aşıların bazısını kabul edip bazısını reddedenler var... Çin menşe’li, kanserojen maddelerden yapılmış, ucuz ve kalitesiz malların etrafımızı kuşattığı bir yerde, Çin aşısına mesafeli duruşu anlamamak mümkün değil.

“Billy Baba’nın bir çipliği var...”

Aşıların içine çip yerleştirileceğini düşünüp komple bütün aşılara karşı olanlar var, ciddi ciddi aşı meselesinin Bill Gates’in çip projesi olduğunu savunup “Billy Baba’nın bir çipliği var, çipliğinde aşıları var...” şarkısını söylüyorlar... Düşünüyorum da, ben, küresel bir komplo uygulayıcısı olsam, virüs organizasyonu gibi pahalı yöntemleri ve üretim maliyeti yüksek olan aşıları değil de içme suyunu kullanırdım herhalde... Kimseye farkettirmeden bütün dünyanın içme sularına çipleri karıştırırdım (evet, aşı gibi bir sıvının içinde görünmeyecek kadar küçük ve bütün insanlara yetecek kadar çok çipi üretme gücüm olsaydı, içme sularına ya da her milletin en çok sevdiği milli içeceklerine karıştırabilecek gücüm de olurdu) millet de suyu içip içip alırdı çipini. Ya da, evinde, iş yerinde, cebinde bulundurduğu, severek ve isteyerek kullandığı, maliyetini kendisinin karşıladığı televizyon, bilgisayar, tablet ve telefonlarda bulunan hazır çipleri ve yazılımları kullanırdım mesela...

Çin projesi-çip projesi kafanızı karıştırsın istemiyorsanız, oturur kendi yerli ve milli aşınızı geliştirirsiniz. Yerli aşı için bir kaç isim teklifim var. Misal, “Akkor” olabilir, (GORA filmindeki Şafak Sezer üslubuyla) “yakarız bu virüsü, yakarız!” manası çıkarılabilir. “Akkaşı-k” da fena bir isim değil. “Sütten çıkmış ak kaşık gibi temiz ve çipsiz” çağrışımı yaptığı gibi, sonundaki “k” harf ile Katarlı’lara da selam çakar, icap ederse kendilerine satılabileceğini ima eder. Baktınız Katar almak istemedi, Kolin var, Kalyon var... İlla ki birine satılabilir, yeter ki hasta garantisi verilsin. Yahu, hiç kimseye satılamazsa Korona’nın k’sı deyip geçersiniz. Ha, Katarlı’larla önceden satış için anlaşıp doğrudan “AşıKatar” da diyebiliriz. Piyasadaki diğer aşı alternatifleriyle aşık atabileceği mesajı da verilmiş olur.

İnşallah bizim yerli ve milli aşımız da bir an önce tamamlanır da elalemin ne idüğü belirsiz aşılarına muhtaç kalmayız.

Link: 

Bir Bekadır...


Gazete Duvar karikatürü
 

Son zamanlarda, Türkiye’deki kutuplaşmayı anlatan “Bir Başkadır” adlı dizi konuşuluyor. Dizide çizilen farklı kesimlerin, gerçek hayattaki temsilcilerini ne kadar gerçekçi yansıttığı tartışılır. Eleştirilecek çok yönü var ama bence en önemli mesajı, her kesimden insanın, öcüleştirdiği öteki ile aslında çok benzer davranışlarda bulunabildiğidir. Yalıda oturan elit kesim de, nihayetinde “avamın” seyrettiği filmleri takip edebiliyor, popülist tuzaklara düşmekten kendini kurtaramayabiliyor, facebook paylaşımında gördüğü bir bilgiyi sorgusuz doğru kabul edebiliyor, vesaire...

Toplumsal gerginlikten medet umarak siyasi alanda ülkeyi en çok kutuplaştıranların dilinde bir bekadır gidiyor... Dolar yükselse beka diyorlar, muhtar seçimlerini beka meselesi diye sunuyorlar. Yahu, çöpleri toplamak, evlere su getirmek gibi vazifeleri deruhte edecek belediye başkanı seçimlerini bile beka ile ilişkilendiriyorlar. Beka problemi için kritik belediye veya muhtar sayısı nedir, hangi sayının altına düşünce ülke komple elden gidecek bilmiyoruz. Gerçi, düşmesinin maazallah Kudüs ve Mekke’nin düşüşlerini de tetikleyeceği söylenen Esenyurt düştü mesela, bunun tam sonuçları hakkında da bir şey demediler. Taraftarları da demiyor ki “yahu 18 seneden fazladır memleketi siz yönetiyorsunuz ve sizden önce beka problemi yoktu. Gerçekten böyle bir tehlike şimdi varsa, bizi bu tehlikenin kıyısına getirmeyi nasıl başarabildiniz ve hangi yüzle bizden destek istiyorsunuz? Tehlike yoksa bizi kandırmaya utanmıyor musunuz?”

Ülkeyi koalisyonlardan kurtarmakla övünen, koalisyonlara giden yolları kapatmak için başka yerde benzeri olmayan bir hükümet sistemine geçenler, ittifak adı altında garip bir koalisyon kurdular. Kendilerinin tarifi ile cukka, curcuna ve çuval olmayan bir ittifak bu. Torba yasaları Meclis’ten kolayca geçirebilmek bu ittifakın alamet-i farikası oldu, işi büyütüp o torbayı çuvala dönüştürmeyiz mi demek istediler, anlayamadım. Torba torba üstüne geçirip, kanunlarla mütemadiyen oynayıp bozduklarından mıdır, her daim dillerinde bir hukuk reformu sözü dolaşıyor. Kaç reformdur düzeltilemeyen şey nedir acaba hukuk alanında? En son, yargının kimseden talimat almayacağını hatırlatanlar, yargıya, hiçbir talimata uymama konusunda gereğinin hemen yapılması talimatını verdiler. 12 Eylül askeri darbesinin kudretli paşası Kenan Evren de, darbenin hemen akabinde peşpeşe gelen idam kararları hakkında hakimlere baskı yapılıp yapılmadığını soran gazetecilere şunu demişti: “Şimdi biz hakimlere ‘bu adamları asmayın’ demedik. Asın da demedik... Peki ne dedik? Bir şekilde olayı halledin dedik. Şimdi bu yargıya müdahale etmekse etmişizdir netekim...”

Söyledikleri neredeyse herşeyin tersini yaptıkları halde tepede kalmayı başarabilmeleri, İngiliz kraliyet ailesinin hayatını anlatan “The Crown” dizisinde geçen şu cümleyi hatırlattı bana: “peri masalları ve gerçek hayat karşı karşıya gelince peri masalı hep kazanır” Peri masalı demişken de aklıma,  Mahsun Kırmızıgül’ün attığı “Masallarda prens prensesi öpünce uyanır. Oysa bizim milleti gelen öpüyor, giden öpüyor inadına kimse uyanmıyor” şeklindeki tweet’i geldi. Hazır masallardan söz açılmışken “Pembe Gözlüklü Bakan İle Kur” masalını da ben anlatayım bari:

Bir varsıl, birkaç yüzbin yoksul… Evvel zaman içinde, kalburüstünün saray içinde yaşadığı kadim bir dönemde, hayata pembe gözlüklerle bakan bir ekonomi bakanı varmış. Hasta düşmüş olan büyük ekonomisi için bir kaç paket yiyecek hazırlamış. Paketlerin bazısı çokomelliymiş, bazısında meyveli kekler varmış... Paketleri sepetine doldurmuş ve yola çıkmış.

Ormanın içinden geçen büyüme patikasını takip ederek büyük ekonominin evine varmış. Kendisinden önce eve gelip döviz rezervlerini ve ekonomiyi yemiş olan kur’u tanıyamamış. O güne kadar kur’a hiç bakmamış çünkü... “Büyük ekonomi, senin doların neden bu kadar büyük?” diye sormuş. “Senin daha iyi ihracat yapabilmen için” diye cevap vermiş kur. “Peki, senin Euro’n neden bu kadar kocaman?” “Yurtdışından yatırımcıları kolayca çekebilmen için” demiş kur. Dişlerinin büyüklüğü hakkında soru bile soramadan, birden sert yükselen kur bakanı da yemiş! Paradan para kazananlar ermiş muradına, kurlar çıkmış kerevetine...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/bir-bekadir_532588

MatemaTüik

 

Matematüik
İbrahim Özdabak Karikatürü

İstatistiki sayılar ve hesaplamaların, nereden ve nasıl bakıldığına göre farklı algılanabiliyor/sunulabiliyor oluşu, gerçekleri çarpıtma isteği içerisinde olan ehl-i cerbezeye türlü fırsatlar veriyor. Hemen küçük bir örnek verelim: atacağı altı yüzlü zarın üstünde gelen sayıya göre hayatı bağışlanabilecek bir idam mahkumu düşünelim. 3 rakamı gelirse cezası affedilecek, 3 harici herhngi bir rakam gelirse de cezası infaz edilecek olsun.

Şimdi, gerçekleri çarpıtmayı kendine misyon edinmiş biri, bu mahkuma gidip “attığın zarda ya üç gelir ya da gelmez, dolayısıyla yüzde elli yaşama şansın var” dese, istatistik fenninden fazla nasibi olmayan mahkumumuzu kandırabilir. Ya da elli milyon kişinin katıldığı bir piyango için bilet satmaya çalışan bir bayinin müşterilerine “ya kazanacaksınız veya kaybedeceksiniz, başka bir ihtimal yok o yüzden şansınız yüzde elli” demesi gibi... Söylenen şey (iki ihtimal olduğu) ilk bakışta mantıklı ve doğru gelse de bu ihtimallerin ağırlıkları hesaba katılmazsa yanlış çıkarımlar yapılabilir pekala...

Son yıllarda, ülkemizde pek çok farklı konuda resmî olarak açıklanan rakamlar vatandaşlar nezdinde şüpheyle karşılanır oldu. Özellikle ekonomi ile ilgili rakamlarda inandırıcılık katsayısı giderek düşüyor. Milli gelir hesaplama formülünü bir değiştirdiler, kağıt üzerindeki gelirimiz bir anda adam başı iki bin dolara yakın bir artış gösterdi, üstelik hiç beklemeden ve üretimi/kazancımızı değiştirmeden! Bir enflasyon hesabı yapıyorlar kardeşim, aklımız duruyor, çünkü iğneden ipliğe her şeyin fiyatı katlandığı halde enflasyon rakamı da belli seviyelerde duruyor. Enflasyon sepeti içerisindeki ürünlerden fiyatı en çok zamlananın ağırlığını düşürüp fiyatı en az değişenin ağırlığını artırmak, belli market zincirleri ile anlaşıp ölçüm yapılan belli günlerde geçerli olmak üzere, belli ürünlerde düşük fiyat uygulamak gibi türlü desiseler çevrildiği iddia ediliyor. Uzmanları yazıp duruyor böyle şeyleri...

Kapanan işyeri sayısı ve işini kaybeden çalışan sayısı her geçen gün artarken, işsizlik oranlarının azaldığını söylüyorlar. Bunun yanında büyüme oranlarımızın da maşallahı var, makul ve makbul bir aralıkta sabit tutuluyor neredeyse. Bunların hepsi, “matematüik” hesapları ile bulunuyor tabi. Buradaki ü harfi vatandaşı üzmeyecek rakamların bulunmasını ifade eder. Yapılan yatırımlardan söz edildiğinde, liramızdan altı sıfır atılmadan önceki tutar cinsinden karşılığı zikredilirken, vatandaşın vermesi gereken ücretlerden bahsedilecekse daha küçük bir sayı telaffuz etmek için dolar-euro karşılığı kullanılıyor mesela...

Yine vatandaşı üzmemek adına cümle alemin 7 civarında ölçtüğü deprem kayıtlarımıza 6.6 diye geçebiliyor. Covid-19 konusunda Türkiye Tabipler Birliği’nin “87 bin yeni hasta” olduğunu açıkladığı gün Sağlık Bakanlığı hasta sayısını 3 bin kişi diye duyurdu. Malum turkuvaz renkli tabloda Türkiye genelinde Covid-19 sebepli 92 vefat görünürken, o gün sadece İstanbul’da 164 kişinin bu sebeple öldüğü söylendi. Hadi bizi boşverin, herkes kendi çevresinde virüs bulaşan kişilerin haberini alabiliyor, hastanelere işi düşen oradaki kalabalığı görebiliyor. Bize yakın ülkelerde günlük 50-60 bin kişinin hasta olduğu açıklanırken, bizde 4 haneli sayılarla ifade edilen hasta adedini dünyaya nasıl anlatıyoruz?

***

Düne kadar uçuşlarda olduğu, aynı anda hem pik yapıp hem de buna zıt bir şekilde V tipi yükseliş gösterdiği söylenen ekonomimizde kurtuluş savaşı verdiğimiz ifade edilerek bir reform yapılacağından bahsedildi, bu sebeple bazı acı reçeteler alınabileceği hatırlatıldı. Maalesef ki, hemen  acı reçetelere başladık, KKTC’ye giden resmi heyetimiz ve maiyetindekiler, seyahatte, bir kavle göre yedi bir başkasına göre ise sadece altı farklı uçak kullanabildi! Saraya yakın gazetecilerden biri, böyle seyahatlerde kullanılan uçakların orijinal olmadığını, ucuza gelsin diye “uçakma” diye tabir edilen çakma uçakların tercih edildiğini yazabilir belki.

Böyle kalabalık bir heyet-i umumiyenin Kıbrıs’ta layıkınca karşılanabilmesi için uygun bir saray bulunmadığını da biliyor muydunuz? “Bana bir dayanak noktası verin size dünyayı kaldırayım” diyen Arşimet gibi bizimkiler de hemen “bize 5 dönüm yer verin, size dünyanın kıskanacağı bir saray yapalım” demişler. Eee, Arşimet suyun kaldırma kuvvetini keşfettiyse, AKşimetlerimiz de betonun kandırma ve kalkındırma gücünü “AKşimatematüik” kullanarak keşfetmişler, evelallah... 

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/matematuik_532149

Harfiyat Kanyonu ana sayfası

İstifa-"Af isti..."

 

istifa-af isti

Hazine ve Maliye Bakanımızın sosyal medya hesabı üzerinden yayınladığı hazin bir paylaşımla istifa ettiğini duyurması ülkede şok etkisi yaptı.

Zaman olarak resmen tatil olan bir gün, yani Pazarın seçilmesi, duyuru kanalı olarak resmî olmayan bir mecranın kullanılması, duyuruda kullanılan dilin resmî kalıplara uymaması, yer yer yazım ve anlatım yanlışlıkları ihtiva etmesi gibi bazı sebeplerden dolayı ilk başlarda bir şaka veya “siBERATak” olduğu intibaı verse de, kısa sürede olayın ciddiyeti anlaşıldı. 

Anlaşılmasına anlaşıldı ve haber, saraya yakın kaynaklardan teyit edildi, ama medyamızın neredeyse yüzde doksan beşine tekabül eden saray bülbülleri tarafından görmezden gelindi. Bakana destek mahiyetinde bir kaç tweet atıldıysa da “ne des(t)ek bilemedik” düşüncesiyle ya silindi veya Cumhurbaşkanı güzellemesi yapan başka tweetlerle üstü örtülmeye çalışıldı. 

İstifa metni ayrı bir kafa kurcalayıcı; at izi-it izi karışıklığından, hak ile bâtılı ayırt etmenin zor olduğu bugünlerden bahis var. Tam olarak kimden/hangi olaydan bahsettiğini sade vatandaşlar olarak çözemedik. Herkes kendince yorumluyor. Sağlık durumu gerekçesi de var, ancak bu gerekçeye dayanak teşkil eden durum şimdi mi gerçekleşti yoksa istifa sonrası muhtemel bir sağlık problemi mi ufukta görüldü, anlamadık... “Şöyle uçuyoruz, böyle kaçıyoruz, önümüzdeki 3 sene için YEPisyeni planlarımız var” derken çok rahat görünüyordu halbuki. İki buçuk milyon kişiye istihdam sözü de vardı hatırlarsanız. Hem de, 2023 sonunda ulaşılabilecek dolar kuru hedefini bugün aşacak kadar başarılı olmuşken, hemen istifa edilir mi hiç? Kendi inisiyatifi ile istifa ettiğine ve bundan sonra ailesine zaman ayıracağını söylediğine bakılırsa TÜİK tarafından “iş aramayanlar” istatistiği içerisinde olacak, yani işsiz diyemeyeceğiz kendisine. 

Bazıları, görevden alındığını iddia etti. Ortada bir görevden alınma var, ama göreve getiren tarafından görevden alınma mı oldu yoksa ifa edilen görevden “alınma” (darılma manasında) mı söz konusu, bu belli değil. Devletin tepesinden duyurulması için yaklaşık 27 saat beklenmiş olması da enteresan oldu ama bu vesileyle, başka bakan ve milletvekillerine hafazanallah, kötü örnek teşkil etmesinin önüne geçildi. Düşünsenize, “boun canlı istifa var mı?” diye tweet atan bir milletvekili, ya da “ben zomzoma giremediğim için istifa edemedim” şeklinde durum paylaşımı yapan başka bir bakan daha olsaydı... Nerede kalırdı devlet ciddiyeti?

Allah’tan, Resmî Gazete’de yayınlandı da, iş resmiyet kazandı. Ya, nispet olsun diye Linkedin üzerinden kendisine bloklama yapılsaydı! Resmî Gazete’deki duyuruda ve gayrı resmî olduğu halde reismî takılan gazetelerdeki istifa konusu ile ilgili haberlerdeki dil birliği dikkat çekiciydi: “Af talebi kabul edildi” ibaresi göze çarptı. İstifa metninin neresinde af talep edildiği merak konusu oldu, çünkü kamuoyuna hitaben yazılan istifa metninde kimseden dilenen bir özür veya af talebi yoktu.

Acaba diyorum, istifa meselesine tersten bakıp kelimeyi de tersten mi okudular? İstifa kelimesi tersten okununca “Afitsi” oluyor. Buradan hareketle, bu kelimeyi bir kaç kere üst üste telâffuz ederken t ve s harflerinin yerini değiştirip, “af isti...” cümlesini bulan bir danışman mı oldu? “Ne isti? Af isti... af talebini kabul edelim, şanımız yürüsün” şeklinde parlak bir teklifle gitmiş olabilir belki de...

İstifa, kelime etimolojisi bakımından Arapça “afv” kelimesinden türemiş olsa da, (istihrac, istimal gibi örneklerde görülebileceği gibi istif’al babındadır) kullanıldığında kimsenin aklına afla ilgili bir mana çağrıştırmaz. Öyle ya, dilimizde istifa kelimesi, işten ayrılan taraf lehine onurlu bir çıkışı ifade etmek için kullanılır genelde. “Sen beni kovamazsın, ben istifa ediyorum” şeklinde kalıplaşmış bir sözümüz bile var. 

Çok değil, daha iki ay önce havalarda uçan ekonomimizin kurtuluş savaşı verdiğini, “acı reçete” tatbik edilmesi gerektiğini hep istifa sonrası öğrendik, Allah sonumuzu hayreylesin... 

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/istifa-af-isti_531712

İnterne’ttin Bize Türk Telekom?

 

Türk Telekomik macera

En son 30 Ekim 2020 akşamı gördüğümüz internet erişimimizi maalesef kaybettik. Görenlerin insanlık namına Türk Telekom’a getirmelerini rica ederiz. Hükümsüzdür, yani kendilerinin açıklamaları genelde hükümsüzdür. Bir SMS gönderiyorlar “probleminiz çözüldü” diye, halbuki ortada düzelmiş bir şey yok. İki dakikalığına gelmiş gibi görünen internet, bir bakıyorsun anında yine gitmiş! Problemin çözüldüğüne dair gelen SMS’te, onayımız için 6606’ya GIDERILDI yazıp göndermemiz de isteniyor.

İlk zamanlar bu mesajları ciddiye alarak, problemin devam ettiğine dair bilgilendirmeyi 4440375’i arayıp dakikalarca bekledikten sonra yapıyordum. Operatörlere ulaşmanın zorluğu bir yana, onlara derdini anlatmak ayrı bir dert olduğundan, her seferinde onları aramaktan vazgeçtim. Hatta bir keresinde operatör, çağrı görüntüleme ve kayıt için kullandıkları sistem çalışmadığı için bana herhangi bir şekilde yardımcı olamayacağını söyledi. Sisteme sitemi birlikte edip kapattık telefonu. Arayıp durum güncellemesi yapmasam bile, bir süre sonra, problem üzerine teknik çalışmaların devam ettiği mesajı da geliyordu.

Fiberin kurutulmuş olanının daha makbul olacağını düşünmüş olmalılar ki, Hariri döneminde fiber altyapının kökünü kuruttular, şarkısı bile var: “kurutulmuş, birer birer... eski fiber, eski fiber. Bakırdan da yok bir haber, varsa yoksa, eski fiber...” laf aramızda, eldeki bakır kabloları bile sattıkları söyleniyor o dönemde. Altyapı çok sağlam değilse, evden çalışanlar, evde karantinada olanlar ve EBA bağlantıları sebebiyle geniş bant internet ihtiyacının arşa çıktığı bugünlerde sıkıntıların yaşanması şaşırtıcı değil. Bitlik ve terabaytlığa en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde internetsizlik kabus gibi.

Benim gibi “tek operatör, tek modem, tek hat, tek fatura” mottosuyla, internet telefon ve tivibu hizmetini Türk Telekom’dan alan biri için, -ki buna “faturabia” denir- internettki en küçük bir aksama hepsinin anında durması anlamına geliyor. Modemi aç kapa, modem ip aldı-almadı derken modemokrasiye inancım kalmadı Allah sizi inandırsın... Eee, bütün güçleri tek bir modeme bağlarsan, olacağı bu! 

Faturabia uyumlu modem

 

Kasım ayına internetsiz başladık ama biliyorsunuz ki kasımda hat başkadır. Problemin ne olduğunu bilmiyorum, çözümünün neden bu kadar uzadığı hakkında hiçbir fikrim yok ve bu durum daha ne kadar devam edecek, belli değil! Sen bize televizyondun, telefondun, internettin... Söyle şimdi, bize interne’ttin Türk Telekom? İlkokul 2. Sınıfa giden bir çocuğumuz var, bilgisayarda internet olmadığı için EBA bağlantısı yapamıyor. Mobil cihaz üzerinden EBA’ya bağlanılamıyor, bağlanılsa bile iki dakika sonra sistemden atılıyor. Mobilde EBA için 8 GB veriyor ya TT, onu kullandırmamak için sisteme bağlananan cihazlar arasında en düşük önceliği mobil cihazlara veriyor diye düşünüyorum, yoksa mobil ve masaüstü EBA arasında başka bir fark yok. Televizyon yayını üzerinden EBA’yı takip etsin diyeceğiz, o da yok elimizde!

Her gün, bu işin içinde bir bit yeniği olup olmadığını kendi kendime sorup durdum. Sekizinci güne kadar gelip bit yenikleri toplamının bir “byte” yeniği seviyesine ulaştığını görünce birilerini harekete geçirmek için, bu yazıyı yazmak dahil, bir şeyler yapmaya karar verdim. Olan biteni gün gün yazayım dedim:

1. Gün, 31 Ekim 2020, Cumartesi: Sabah saatlerinde televizyon ekranında donmalar başladı ve yayın gitti. Bilgisayarda internet erişimi yok. Modem ışıkları stabil, DSL ve internet ışıkları olması gerektiği gibi yanıyor, fiziksel olarak bir kopma görünmüyor ama erişim yok. Kısa bir süre kopukluk devam etttikten sonra bir ara geliyor, 5 dakika erişim sağlandıktan sonra, hiçbir göstergede anormal bir şey görünmezken tekrar bağlantı gidiyor. Evet, benim bağlantı problemim var, bağlı kalamıyorum ama problem bende değil, onlarda.

Çağrı merkezini arayıp kayıt bıraktım. 10 dakika sonra problem çözüldü diye mesaj geldi. 10-15 dakika içinde yine bağlantı gitti. Tekrar çağrı açarak problemin devam ettiğini bildirdim.

Gelme ve gitmeler dengesi, gitmeler lehine bozuldu ve gidik kalma süresinde eksponansiyel artışlar başladı. Akşama doğru, çağrı merkezi telefonları hiç açılmaz oldu, daha menüyü dinlerken telefon bağlantısı kopmaya başladı. Es kaza bir operatöre bağlanabilince çağrı yönetimi için kullandıkları sistemde arıza olduğunu ve bana yardımcı olamayacağını söyledi.

2. Gün, 1 Kasım 2020, Pazar: Bağlantı problemi devam ediyor, bağlantının sağlandığı süre oldukça kısaldı. Çağrı merkezi, teknik ekibin herhangi bir problem bulamadığını, Wi-Fi kullanarak bağlanan cihazımızda bir başka arıza olabileceğini söyledi. Cevaben iki bilgisayar, üç telefon ve bir tabletten oluşan wifi ordumda bütün cihazların arızalı olma ihtimali olmadığını, bununla beraber kablolu bağlantı kullanan Tivibu set top box cihazının da internet erişimi olmadığı için yayın veremediğini söyledim. Hadi, wifi cihazlarıma çamur attın da kablolu cihaza ne diyeceksin? O da, modemde sıkıntı olabileceğini söyledi bu sefer. 20 gün önce kutusundan çıkardığım yeni modemi kurduğumu söyledim. Bu arada, modemin DSL ve internet ışıkları yanıyor.

3. Gün, 2 Kasım 2020, Pazartesi: Modemin DSL ışığı yanıyor ama internetin ışığı kesildi. Artık dibi bulduk, arızayı tespit ederler inşallah dedik ama herhangi bir gelişme olmadı. Sadece teknik ekibin arıza ile ilgilendiği bilgisini veren mesaj geldi. Arızanın ne olduğu ve ne kadar süreceğini bilmiyoruz.

4. Gün, 3 Kasım 2020 Salı: Bir gelişme olmaması üzerine tweet attım, internet ve tivibu hizmetlerinden faydalanamadığımı yazdım. Yeni bir takip numaralı arıza kaydı açtıklarını anlatan bir bildirim aldım. Derdim yeni bir kayıt açmak değil, var olan kaydımın dikkate alınmasını sağlamaktı. Problemin türü ve süresi ile ilgili herhangi bir gelişme yok. Modemde DSL ışığı yanıyor, internet ışığı yanmıyor.

5. Gün, 4 Kasım 2020 Çarşamba:  Türk Telekom online işlemeler sayfasında tüketici şikayetleri kısmından bir şikayet girdim. Bir tane daha arıza kaydı açtılar, iyi mi? Oldu bende toplam üç tane arıza kaydı... Yahu, arıza kaydım belli, tarih vererek anlatıyorum, o tarihteki kayıtla birleştirsene, neden yeni numara veriyorsun? Neyse, durumda bir değişiklik olmadı. DSL ok, internet off... Cidden off yani...

7. Gün, 6 Kasım 2020 Cuma: Altıncı gün hiçbir şey yapmadan bekleyeyim dedim. Onlar da hiçbir şey yapmadı, ya da en azından bir şey yaptıklarını bana hissettirmedi.

Cuma günü, iş saatleri içerisinde, hatta Cuma namazının başlamasına dakikalar kala “probleminiz giderildi, kontrol edip onaylayabilir misiniz?” diyen bir SMS geldi. Cuma sonrası evi arayıp durumu sordum, nanay! İnternet ışığının “off” durumu devam ediyor.

8. Gün, 7 Kasım 2020 Cumartesi: Bit yenikleri sayısı byte yeniğine dönüştü ve bardak taştı.Twitter üzerinden TT CEO’su Ümit Önal, Ulaştırma ve Altypı Bakanlığı, Tüketici Başvuru Merkezi ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı hesaplarına mention atarak şikayetimi bildirdim. Bu sefer doğrudan telefonla arandım ve sahadaki arkadaşlarla görüşülerek problemle ilgili detayların bana aktarılacağı, ilgili arıza kaydına “acil” kodunun ekleneceği ve bana dönüş yapılacağı söylendi. Telefondaki arkadaşın, “sosyal medya hesaplarınız üzerinden büyüklerimizi etiketleyerek yaptığınız paylaşımlar üzerine sizi arıyorum” demesi ilginçti. Yahu, “büyükleriniz” etiketlenmeden durumun ciddiyetini anlayamıyor musunuz? Neden buna mecbur kalıyoruz? Telefon görüşmesinden yarım saat sonra 15 dakikalığına internet geldi, daha kaplarımızı dolduramadan yine gitti ve bir daha gelmedi.

Tabii ki, telefonla başka bir dönüş olmadı...

9. Gün, 8 Kasım 2020 Pazar: Arayan soran yok, internet yok...

Eldeki diske kayıtlı çizgi film stoğunu da bitirdik, iyi mi? Zaten önceden defalarca izlediğimiz filmlerdi ama şu internetsizlikte idare ediyorlardı bir şekilde. İnternet gelmezse, bir şeyler izlemeden yemek yemeyen bizim sabiyi meşgul edecek bir şeyler bulmamız lazım.

En iyisi, durumu anlatan bir blog yazısı hazırlamak. Her gün, gelişmelere göre yazıya eklemeler yaparım. 

10. Gün, 9 Kasım 2020 Pazartesi: İnternet durumunda bir değişiklik göremeyince dün gece hazırladığım blog yazısını yayınladım ve sosyal medya hesaplarımdan paylaştım. Çalışmaların devam ettiğine dair -otomatik olduğunu düşündüğüm- cevabî bir tweet aldım. Ha, bir de aradılar ama şu anda konu ile ilgili bilgi sahibi kişilere ulaşıp kendileri bilgi aldıktan sonra paylaşacaklarını söylediler ki, bu bilgi beni ilk günkü durumumdan farklı bir konuma getirmiyor ve yeni bir şey söylemiyor. En azından, problemin kendilerinden kaynaklandığını öğrenmiş oldum. Evet, benim bağlanma problemim var ama bütün problem onlarda...

Acaba diyorum, Yalçın Abi'nin yaşlandırma tekniğini kullanmak, kayıp internetimizi bulma konusunda işe yarar mı... Malum, Flash TV'de kayıp insanları bulan bir Yalçın Abi vardı. Kayıp kişilerin yıllar öncesinden kalma resimlerini, paint ile sakal ekleme-ağartma yöntemiyle yaşlandırıyordu. Türk Telekom'a da mesela gözünden yaş gelinceye kadar acı fiber yedirirsek yeteri kadar yaşlanmış olur mu?  

11. Gün, 10 Kasım 2020 Salı: İnternetimiz yine yok... Güne böyle başladık. Allah sonumuzu hayreylesin. Dün beni arayan kişi, ilgili Türk Telekom müdürlüğünda haber beklediklerini söylemiş, haber gelir gelmez de bana ileteceklerini eklemişti. Arayan soran olmadı. Durumdan anladığım kadarıyla tek başıma benim yaşadığım bir problem değil bu. Bölgesel bir sıkıntı var da ayrıntıları mı bilinmiyor? Durum hakkında bilgi gizleyen kim? Çağrı merkezi-iletişim ofisi veya herneyse, benim gibi müşterilerin gazını almak için arayıp hiçbir bilgi veremeyen kişilerden nasıl bilgi saklıyorlar? İsim versinler, onları şikayet edelim. 

12. Gün, 11 Kasım 2020, Çarşamba: Gün içinde iki defa "probleminiz çözüldü" diye SMS geldi fakat internet bağlantısı yoktu. Neyse ki, akşama doğru saat dört buçuk gibi internet gelmiş. 11.11.2020  gibi anlamlı bir tarihte izleri kaldı. 1-2 diye gün sayarken 12. günde çözüldü.

Devam etmeyecek... (en azından şimdilik öyle görünüyor)

 

 

 

 

Öne Çıkan Yayın

Gözlükler

  İbrahim Özdabak Karikatürü   “Artık önümüzü göremiyoruz” sözünü ilk duyduğunuzda aklınıza: “Tabii canım, nasıl adım atacağımızı şaşırdık...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: