Bu Blogda Ara

Arşiv

Fenomenler ve İddialar

 

Fenomenler ve İddialar
Fenomenler ve İddialar

M. Ö 5. yüzyılda yaşamış olan Platon’un mağara temsili meşhurdur. Bu temsilde karanlık bir mağara içerisinde zincirlenmiş insanlar, mağara dışındaki hayattan ve gerçeklerden uzak yaşamaktadırlar. Mağara kapısında beliren cisim ve şekillerin duvara yansıyan gölgelerinden ve birbirlerinden başka bir şey göremezler. Işığın şiddeti, cisimlere yakınlığı ve açısına göre farklı ebat ve şekiller alabilen iki boyutlu ve renksiz gölgeler eşyanın hakikatini ne kadar yansıtabilirse artık... Doğdukları günden itibaren duyabildikleri ses dışarıdan gelen belli belirsiz seslerin yankısıdır.

Her nasılsa, mağara sakinlerinden biri bir gün zincirini koparmayı başarır ve mağaranın dışına çıkar. Gördükleri karşısında yaşadığı şaşkınlığı ve mağara dışındaki hayatı arkadaşlarına aktarmak için geri döner. Fakat anlattıklarına inanmayan mağara arkadaşları tarafından delilikle suçlanır.

Platon’a göre duyu organlarımızla algılayabildiğimiz eşyalar “fenomenler evreni”ndedir. Bir de her bir nesne/kavramın ideal halinin bulunduğu “idealar evreni” vardır. Nesne yönelimli programlama mantığındaki gibi; mesela ideal elma düşüncesi soyut bir sınıftır, çevremizde gördüğümüz her bir müşahhas elma da o sınıftan türemiş birer nesnedir.

Günümüzün sosyal medya mecraları bir nevi Platon’un mağaraları gibidir. Belli kalıplar içerisinde “Yaşama”, sosyal ilişkileri “Yürütme” ve “Yergi” kuvvetleri üzerine kurulu bir hayat sunarlar.

Birbirlerine yakın düşüncede veya hayat  görüşünde olan insanları yankı odalarında toplarlar. Tüketime dayalı bir hayat sürsünler diye kullanıcılara belli kalıplar içerisinde beğeniler, mizah anlayışları ve ideolojiler dayatırlar. “Trend”lere uyum sağlamamak ayıptr ve neredeyse suçtur. Lüks ve şatafat içerisinde geçtiği düşünülen hayatlar sergilenir. Yeni çıkan teknolojik aletlerle donatılmış hikayeler ve gönderiler sarar etrafı. Kullanıcıların gölge profilini çıkarmış olan yapay zekalar, daha fazla reklam almak ve ürün satmak için kişiye özel muhteviyatı derleyip kullanıcının önüne en çok ilgisini çekecek haber ve güncellemeleri serer.

Dostların doğum gününü/özel gününü kutlamak mecburidir. Yaşını başını almış, bilgisayar harici yaşadığı hayatında doğum günü veya özel bir gün kutlamamış kerli ferli adamlar bile, bir bakıyorsunuz, doğum günü ile ilgili  mesaj, yorum veya hiç değilse bir beğeni bekliyor. Dostun postunu görmemek kabahat, eleştirel bir yorum bırakmak ise ağır suçtur. Dedikodunun kralı, kapalı mesaj gruplarında döner.

Sosyal medyada insanlar beğenmedikleri her şeyi “yergiye” taşırlar. Karalamak, hakaret etmek, ötekileştirmek, nefret kelimeleri kusmak gırla... Gerçek hayatta ağzından tek bir kötü söz bile çıkmayan bazı insanlar dahi elektronik mecrada, hiç tanımadıkları ve haklarında bilgi sahibi olmadıkları insanlarla çok rahat ağız dalaşına girebiliyor, ağza alınmayacak sözler sarf edebiliyor. Sosyal arkadaş çevresi de genelde hakaretli küfürlü gönderileri alkışlar, sahibini destekler, muhatabına ise linç hareketi başlatır.

Son zamanlarda, sosyal medya “fenomeni” denen bazı meşhurlar hakkında iddia makamları, gözaltı ve tutuklama ile sonuçlanan adli soruşturmalar açmaya başladı. Kara para aklama ile suçlanan kiminin mallarına el kondu. İddialar evreni, fenomenler etrafında dönüyor, haber bültenleri fenomenlerden bahsedip duruyor. Mağara içindekiler olarak görebildiğimiz sadece fenomenler. Halbuki esas sorular:

-Bu fenomenler bugüne kadar nasıl serbestçe para aklayabildi, bu faaliyetlere kim göz yumdu?

-Korkunç miktarda olduğu telaffuz edilen paraların döndüğü tezgahta başka kimler, nasıl yer alıyor?

-Aklanan kirli paraların sahibi kim, hangi faaliyetlerden bu paraları kazanmışlar?

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/fenomenler-ve-iddialar_590495

 

 

 

Boykot Listesi

 

Boykot listesi
İbrahim Özdabak Karikatürü

-Elinizdeki nedir?

Boykotlu markalar listesi. Çikolatasından sakızına, deterjanından kahvesine, burgercisinden şekerli ve geğirten sıvısına kadar her şey var. Listede İsrail ürünü ve İsrail’e destek verdiğini açıkça ilan etmiş markalar var. Biz de kendilerine gereken dersi veriyoruz. Filistin’e destek olmak için bu ürünleri almayacağız ve aldırmayacağız.

-Bunu yaptığınızda, Gazze’deki insanlar cami, kilise, hastanede bombalara maruz kalmaktan kurtulacak mı?

Yardım ve desteği kesilirse zalimler zayıf düşer belki.

-Günümüzde ticaret o kadar karmaşık hale geldi ki: Üretim için hammadde bir kaç değişik ülkeden tedarik edilebiliyor, taşıma ve gümrükleme maliyetlerini düşürmek için farklı ülkelerde fabrikalar açılıyor, satış-pazarlama ve nakliye süreçlerinde işe belki de onlarca firma dahil oluyor. İsim hakkını elde edip üretim yapmak da mümkün. Örnek verelim: Katarlı bir yatırımcı, ABD’li bir markanın Türkiye’deki işletme hakkını alıp, Avrupalı bir nakliye firmasıyla uzakdoğu ülkelerinden getirdiği hammaddeyi Türk işçilerin çalıştığı fabrikada ürettirip, Türkiye ve çevresi ülkelerde, hatta Kanadalı bir dağıtıcı vasıtasıyla Afrika pazarında satışa sunabilir. Tedarikçiler ve alt tedarikçiler düşünüldüğünde onlarca belki yüzlerce firma sürece dahil olabilir. Dahası, sermaye ve finans yönetimi açısından bakıldığında bir şirketin tek bir sahibi de yoktur çoğunlukla, şirketlerin büyüklüğüne göre binlerce küçüklü büyüklü hisse sahibi insan veya şirketler olabilir. Yani diyeceğim, bir boykotta kimin ne kadar zarar göreceğini ezbere söylemek mümkün olmayabilir. 

Kim zarar görürse görsün, o marka ile iş yapanlar da yanmalı ki, bir daha onunla iş yapmasınlar. 

-Peki, listenize bakılırsa epey sayıda İsrail malı Türkiye’de satılıyor. Buraya nasıl gelmişler ve neden gelmeye devam ediyorlar?

Devletler arasında kolaylıkla bozulamayacak anlaşmalar olabilir. Vatandaş olarak biz kimseye öyle bir söz vermedik. İstemediğimiz malı almayız, kimse karışamaz. Etkisi sembolik ve çok küçük de olsa, Nemrut ateşini söndürmeye koşan karınca misali çalışmayalım mı?

-Ortadoğu’da kendisinden habersiz yaprak bile düşmez dediğiniz, dünya liderlerine sözünü geçirdiğine inandığınız reisiniz varken, boykot ile İsrail’i durudurmaya çalışmanız, fil kadar cüssesi ve kabiliyeti varken, Nemrut ateşini söndürmek için karınca büyüklüğünde bir suyu buharlaştırıp havadaki nemi arttırmaya çalışan kişinin gayretine benziyor. Hortumu kullanıp ateşe müdahale etsek ya? 

Ne yapalım? Savaş mı açalım?

-Savaşmadan da kullanılabilecek etkili yollar var. Diplomatik nüfuz sonuna kadar kullanılabilir. İsrail’den yaptığımız ithalatın neredeyse dört katı kadar oraya ihraç ediyoruz. İçme suyundan meyve sebzeye, jet yakıtından doğal gaza, hayati pek çok ürünü bizim üzerimizden alıyorlar. “Satmıyorum, ihtiyaçlarını tedarik etmiyorum” demek, “senden ürün almıyorum” kampanyasından çok daha etkili değil mi?

Boykot hareketimize karşı mı çıkıyorsunuz?

-Karşı çıkmıyoruz, daha şuurlu ve şümullü bir karşı duruş tavsiye ediyoruz. Tek kullanımlık sebze meyve tohumları ile neden İsrail’e bağımlı hale geldiğimizi soruyoruz. Siber güvenlik yazılımları ve ağ cihazlarında neden onların ürünlerine muadil kendi ürünlerimizi üretmediğimize hayıflanıyoruz. Betona, taşa, yandaşa gömdüğümüz milyarlarca doları keşke ileri teknolojili ürünler geliştirmede kullansaydık. Kahvecileri basıp, burgercilere fare taşımak İsrail zulmünü ne kadar durdurur bilemiyoruz ama uçak parçalarından devasa veritabanına, firewall’dan meyve sebze tohumlarına kadar bizim bağımlısı olduğumuz ürünleri onlar bize satmamaya karar verirse sıkıntı büyük olur.

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/boykot-listesi_590218

Türkiye’nin “Yüz” Ölçümleri

Türkiye’nin “Yüz” Ölçümleri
İbrahim Özdabak Karikatürü
 Türkiye Cumhuriyeti 100. yılını doldurdu. Bakalım, hangi yüzümüz ne durumda:

Malî cihetten yüzümüzün güldüğü söylenemez. Resmî enflasyon oranını yüzde yüzün çok altında gösterme yüzsüzlüğü yüzünden dengeler şaşmış durumda. Alicengiz oyunları ile enflasyona “Ali Veli, kırk dokuz elli” diyorlar, işverenler de çalışanlara o rakamın altında ücret artışı yapıyor. Çarşı pazarda ise fiyatlar, “..seksen, doksan, yüz, havada yüz, karada yüz” şarkısını terennüm ediyor.

Vatandaş gün yüzü görmezken, devlet ricali köşkler saraylar içinde temsil ve ağırlamalara para akıtmaktan geri durmuyor. Tasarruf genelgesine rağmen lüks makam araçları gırla-düzeltiyorum tırla alınmaya devam ediyor. Örtülü ödenek ile yapılan harcamalarda cumhuriyet tarihinin rekorları kırılıyor. Cumhurun “akstarı” yüzünden pahalıya geliyor, anlayacağınız...

Döviz rezervleri suyunu çekti. Yüz yirmi sekiz milyar dolar nereye harcandı, doğru dürüst bilinmiyor. Bir yerlerden para gelsin diye bekliyoruz. Ne de olsa paranın yüzü sıcaktır. Kimlere yüzsuyu döküyoruz: Daha dün hakaret ettiğimiz, terör finansçısı ilan ettiğimiz ve şerefi hakkında bazı mevuktelerimizin ileri geri manşetler attığı Birleşik Arap Emirlikleri ile ahbap olmanın yollarını arıyoruz. Katil dediğimiz prenslerle el sıkışıyoruz, onun olduğu masaya hayatta oturmam dediğimiz darbecilerle ilişkileri düzeltme peşindeyiz. Dış güçler diye bas bas bağırdığımız Londra finansörlerini ülkemize çekmek için taklalar atıyoruz.

Sokaklarda herkes kendi adaletini sağlamaya çalışıyor. Ev sahibi kiracıyı vuruyor, bazen de kiracı ev sahibini öldürüyor. Trafikte yol vermedin tartışmaları kanlı bitiyor. Markette omuz vurdu diye çıkan kavgada bıçaklar çekiliyor. Alacaklı borçlu ihtilaflarını mahkemeler değil mafyalar çözmeye çalışıyor. Kimin mayası daha güçlü ise o kazanıyor tabi. Cem Karaca şarkısında geçtiği gibi "Çete çeteye çatmış, çete çete içinde, battık buruna kadar, Cafer getir peçete!..." Peçete yetmez, burnun battığı yüzü saklamak için peçe de lazım.

Vaktiyle, köyün birinde bir ağa, kış mevsiminin yaklaştığı günlerde bir çobana yüz adet koyununu teslim eder ve yaza kadar sürüyü gütmesini ister. Yaz gelince sürü hakkında bilgi vermesi için çobanı çağırır. Çoban, dilinin döndüğünce sürünün nasıl telef olduğunu anlatır: “Yağmur yağdı, gök çatladı, yetmiş ikisinin ödü patladı. Önden gitti baş toklu, arkasından beş toklu… Onunu verdim kasaba, onunu da katma hesaba… Kurt kaptı birisini, getirdim birisinin derisini...” Koskoca sürüden arta kalan sadece bir deri ile birazcık süttür ve o sütü de mayalayıp bir çanak yoğurt yapmıştır. Bu açıklamaya fena öfkelenen ağa masada duran yoğurt çanağını kaptığı gibi çobanın suratına çarpar. Çoban “Gördün mü ağa, hesabını doğru veren çobanın yüzü de, alnı da böyle ak çıkar” der.

Biz de, hikayedeki çoban gibi, Cumhuriyet’in 100 yılının hesabını yapmaya çalışalım:

Savaşlar çıktı, bombalar patladı, on yılımız geriye atladı. On yılı verdik ihtilale, vesayete, fesada, on yılı da katma hesaba. Tek parti kaptı ilk yirmi yedisini, tek adama verdik son yirmi ikisini. Demokrasi ile geçirdiysek bir ikisini, heba etmişizdir gerisini...

Hamdolsun, hesabımızı doğru verdik, “eteklerimizde bir yığın yaprak”, “alnımızda yoğurtlardan bir çanAK” ve bakıyoruz semaya, sevinçten ağlayarak...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/turkiye-nin-yuz-olcumleri_589929

Filmelyakin

 

Filmelyakin
İbrahim Özdabak Karikatürü

Bu hafta köşemizin misafiri meşhur film ve dizi yapımcısı Hakkı Örter. Kendisi, tarihi olayların anlatıldığı yapımlarıyla bilinen Alternatifilm şirketinin sahibidir..

-Hakkı Bey, projelerinizden bahseder misiniz?

Halka gaz vermek veya bir konuda halkın gazı birikmişse onu almaya matuf projeler yürütüyoruz. Bu sebeple çalışmalarımız geniş bir kitle tarafından ilgiyle takip edilmektedir.

-Hikayelerinizin bir kısmının uydurma olduğu yönünde eleştiriler var...

Tarihi hikayeler anlatıyoruz ve açıkçası hikayelerimizin tarihi gerçeklere uygun olup olmadığı ile çok ilgilenmiyoruz. Tamamen kurmaca değil tabi, dramatize ederken bir kurgu giriyor işin içine. Küçük dokunuşlar bizimkisi. İnsanların çok hoşuna gidiyor bunlar. Milletimiz neyi duymaktan memnun olacaksa onu sunuyoruz. Her şey halkımız için.

-Tarih anlatıyormuş gibi yapıp günümüze dair mesajlar veriyorsunuz, bazı olay ve kişiler sanki bugünün dünyasına aitmiş gibi duruyor.

Efendim, tarih tekerrürden ibarettir. Aynısı değilse bile çok benzeri muhakkak yaşanmıştır. Her ne kadar filmlerimizde anlattığımız hikayelerin yaşandığının delili yoksa bile, yaşanmadığını da kimse ispat edemez. Sonuçta hiçbirimiz orada değiliz, öyle değil mi?

-Yapımlarınızda gerçek olmayabilecek unsurlar kullandığınıza dair bir uyarı ifadesi geçmiyor. İnsanlar gerçek tarihi anlattığınızı zannedebilirler.

Çekimler sırasında hiçbir canlıya zarar vermediğimizi söylüyoruz, o yeterli bence... Ayrıca, sadece tarihi film çekmiyoruz, çeşit çeşit kahramanlık hikayemiz var.

-Yeni projeleriniz var mı?

Var, bomba gibi filmler ve diziler çekiyoruz şu anda. Bomba dediysem hem mecazi olarak hem de gerçekten patlamalı ve bol aksiyonlu yapımlar.

-Heyecan doruğa çıkacak diyorsunuz. Biraz ayrıntı verebilir misiniz, hangi konularda olacak?

Fazla bilgi verip heyecanı bozmak istemem. Şöyle bir müjde vereyim: Bu dönem, ilk kez yabancı seyirciye yönelik çalışmalar da olacak. O yüzden film ve dizi isimlerinde İngilizce kelimeler var. Sizin için birkaç tanesini sayalım:

Fear'iliş İsrail: İsrail'in içinde yaşadığı korkuyu anlatan bir film olacak. Fear, İngilizce korku anlamına geliyor. Tek başına kalan İsrail, sağdan soldan tokatlar yiyor. En çok da Türkiye’den korkuyor. “One minute!” şokundan sonra tir tir titreyen İsrail, Türkiye ile ortak enerji projelerine giriyor, ticaret hacmini on katına çıkarıyor. Film müziği de şöyle:

“Ticarette hız kesme yok, o ne minüttür

Her işte mantık arama, gerçekler biraz absürttür

Çalan flüttür, hacim brüttür

Kimse sormuyor bu nasıl iştir?”

Pay to Taht Netanyahu: Tahta geçmek için akıl almaz oyunlar sergileyen Netanyahu’nun maceralarını anlatan bir dizi. Tahtı ele geçirmek kolay değildir, türlü türlü entrikalar çevirmiş ve birtakım bedeller ödemek zorunda kalmıştır. “Pay to” ile onu kastediyoruz. Dış piyasaya yönelik bir dizi ama bizim seyircimizin de çok hoşuna gideceğinden eminim. Türk büyük elçisi, Netanyahu’ya “Neden yahu, bu kadar zulüm?” diyerek okkalı bir tokat yapıştırıyor. İçimizin yağları eriyecek seyrederken.

Kurtar Kudüs'ü Pusu: Esenyurt’un düşmesiyle birlikte sallantıya giren Kudüs’ü, seyircilerimizin yerli yapımlarımızdan çok iyi tanıdığı ve sevdiği bir özel harekât ekibi kurtarıyor. Alemi dar ediyorlar, Polat Kubbe kullanan devlete. Uçaklar, füzeler, bombalar, özel operasyonlar... Aksiyona doyacak seyirciler.

Son olarak, insanımız okumayı ve araştırmayı çok sevmiyor. Biz de mesajlarımızı film ve dizi hikayleriyle aktarıyoruz.

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/filmelyakin_589666

Adliye Parayı

Sefer Selvi Karikatürü


Kolay gelsin, ne yapıyorsunuz?
İnşaat var, temel atıyoruz

Ne inşaatı?
Adliye Parayı

Adalet mi şuraya gömdüğünüz, neyin nesi?
Mülkün bizatihi temeli, adalet olur kendisi

Mülk başka bir şeydi sanki, o meşhur sözdeki
Parayla adalet de olur mülk de
Deyiverin hele, ne lazım size, kaç para sizdeki?

Anlamadım, adalet ile paranın nedir ilgisi?
Güzel abim, arife tarif gerekmez derler
Benziyorsun sen de arif bir adama
Ama bir tarife gerekli tabii
İşleri koymak için yoluna
Tarifeyi de şöyle anlatayım sana:
Tahliye isteyenin, nakit getirmesi gerek 500 bin lira
O iş olmuyor artık daha ucuza
Adli kontrol kararının kalkması 100-150 bin arası
100, 200 bin liraya erişim engeli kararı çıkar
Yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması 500 bini aşar
Delil karartmak ciddi iştir
Gelmez asla alaya
Türkü eşiğinde başlamalısın halaya:
“Mahkemeye çıkmış bir güzel
Delil lo delil lo destane
Elinde bir deste para
Delil o delil olur kestane”
Delil meselesi için vardır farklı bir töre
Fiyatı değişir delilin nev’ine göre

Şart mıdır ki para, hem sabit mi her yerde bu fiyatlar?
Adliyede olur dava, dava çözülmez bedava
Ya paran olacak ya da etkili bir hakimle aran
Saydığım, geçen yılın kampanyalı fiyatları
Zam bekleniyor bu sene, yüzde seksenlere varan

Amma para ha! Kime veriyoruz parayı?
Hâkime, ama her hâkim mevzuya değil hakim
İstersen senin işine ben bakayım
Bulurum bağlantı kuracak bir avukat
Çözerim işini, çıkmadan hiçbir vukuat

Boşuna dememişler “balık baştan kokar” diye
Baksana, kırk yıllık adliye, oldu bize a’TL’iye!
Eskiden avukatı vekil tutardı kimi
Şimdi satın alıyorlar hâkimi

Esas kokan balık değil tuz oldu
Adalet dediğin tuzla buz oldu

Tuzlaya tuzlaya, gelin çocuklar
Elden ele, elden ele, parayı verin çocuklar
Bir dava getirin, biz hakimlere
Cüzdanda yer açın, öyle gelin duruşmalara
Tuzlaya tuzlaya, gelin çocuklar...

 

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/adliye-parayi_589086

Cumhürriyet

 

Cumhürriyet

Siyasî gücün halk ve temsilcileri tarafından paylaşıldığı ülkeleri Vikipedi cumhuriyet diye tanımlıyor. Tarih boyunca farklı meslek ve meşreplerde icra edilse de işin özünde cumhurun katılımıyla gerçekleşen seçimler vardır.

Güçlü olanların hüküm sürdüğü, hükümdarın hükmettiği yerlerde mutlak bir tasarrufa sahip olduğu, keyfinin istediği her şeye el koyabildiği, hükümdara yakın çevrelerin hesapsızca taltif edildiği yönetimlerle kıyaslanınca mühim bir aşama.

Günümüzde, isminde cumhuriyet ibaresini gururla taşıyan ama halk iradesinin yönetime yansımadığı pek çok ülke vardır. Keza, monarşiye devam edip demokrasinin en güzel örneklerini sergileyen ülkeler de. Demek ki isim ve resimden ibaretse, aslında cumhuriyet olmayabiliyormuş. Bal bal demekle ağızların tatlanmadığı gibi…

Halkın iradesini önemsemeyen, halk için doğru olana kendisinin karar verebileceğini düşünen kişi, topluluk veya güçler cumhuriyeti sabote edebilirler. İktidardaki parti sabitse ve seçilmesi istenen tek bir aday varsa irade tecellisinden söz edilebilir mi? The Matrix filmindeki meşhur sahneyi hatırlayın: “Konuşamazsan telefon hakkı ne işe yarar?” % 99.9 oranla seçilen diktatörler ve silahların gölgesinde kurdukları sandıklarda oylamaya sundukları anayasayı % 92 oyla seçtiren yönetimler cumhuriyet adıyla hareket ettiklerini iddia etseler de bir manası yoktur. Halka sormak, halkın iradesini kullanabildiğini göstermeyebilir. Sorulma şekli ve sunulan seçenekler de önemlidir. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek ve bunun cumhurun kendi tercihi olduğunu söylemek gibi. Seçeneklerden birinin diğerinden daha kötü olduğu bir menü, insana Fuzulî gibi şunu dedirtir:

“Menü candan usandırdı, cefadan reaya usanmaz mı

Felekler yandı ahımdan, muradım şem’i yanmaz mı”

Demek ki, cumhuriyetin tam manasıyla tecelli edebilmesi için fertler seçimlerini yaparken ve kendilerini ifade ederken hür olmalı. Korkutma ve yıldırma gibi tesirlerle baskı altına alınmamalı, aklı ve fikri kayıtsız şartsız olarak bazı kişi ve kuruluşların cebinde olmamalı. Tam hürriyet olmazsa cumhuriyet de olmaz. İkisinin birlikte olduğu duruma “Cumhürriyet” diyebiliriz.

Madem hakiki cumhuriyetin önünde türlü türlü engel var; vesayetçiler, menfaat odakları ve güç ile zehirlenen azgın azınlık gibi pek çok badireyi atlatmak her zaman mümkün olmayabiliyor, bunların hiçbirine takılmamak için yönetim işlerini tamamıyla yapay zekâya mı devretsek acaba?

Objektif değerlendirme kriterlerine sahip bir yapı olacağını düşünürsek, kimseye iltimas sağlanmayacak, tamamen ihtiyaçlar doğrultusunda ve liyakate dikkat edilerek işler yürütülecektir. Yapay zekâ başkan (Yapaşkan diye kısaltabiliriz) aynı anda üç, beş veya çok daha fazla ülkenin temsilcileri ile görüşebilir. Üstelik vize, pasaport, seyahat ve konaklama gibi dertleri olmaz.

Ülke içinde açılış ve temel atma törenlerinin hepsine de aynı anda katılabilir. Katıldığı törenlerin gerçekleştiği şehirlerde makam araçları konvoyu sebebiyle hayat durmaz. Herhangi bir derdini anlatmak isteyen vatandaşlar, yedi gün yirmi dört saat boyunca istedikleri anda kendisine veya yardımcılarına ulaşıp doğrudan taleplerini iletebilir. Bakanlıkların her biri ayrı yapay zekâlar tarafından yürütülür bu arada. Sıradan vatandaşlar proxy (vekil) sunucuları kullanarak Yapaşkan’a ulaşacağı için milletvekillerine ve meclise de ihtiyaç kalmayacaktır.

Yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri Yapaşkan’a yapışır kalır. “Tech” elde kuvvetlerin toplanması iyi mi olur, bilemem. Hepsine güç yetiştiremeyip “geçersiz bir işlem yürüttü ve kapatılacak” hatası verme ihtimali var haliyle. Tabii ki, çok akıllı olduğu için bunu da öngörüp ülke kaynaklarını kendinin ve çevresinin güç ihtiyaçları için fütursuzca kullanmaya başlar. Mutlak gücün mutlaka bozacağı ilkesiyle, artan güçle zehirlenmeye başlayan Yapaşkan, içinde yaşadığı sistemi 1500 Hacıwatt’lı bir Bilgi “Saray” haline getirir. Şatafatlı saraya gelen eleştirileri “IT’ibardan tasarruf olmaz” diyerek savuşturur.

Person Of Interest (Biri Bizi Gözetliyor) dizisindeki gibi muhtemel suçları önlemek adına cep telefonları, kameralar ve mikrofonları dinlemeye başlar. Bu dinlemelerle özel hayatın gizliliğini ihlal edip etmediği bile tartışılamaz. Ne de olsa 1984 romanındaki gibi Büyük Birader herkesi izliyordur. Her ne yapıyorsa milletin selameti ve sistemin bekası için yapıyordur. Binaenaleyh, Hans ve George mu gelip ülkeyi yönetsindir… “Bu hacker kardeşiniz görevde olduğu sürece, daha suçlar gerçekleşmeden önce suçlular tespit edilecektir” der. Omniscient (Her şeyi bilen) isimli dizideki gibi ülkedeki bütün insanları böcek dronlarla 24 saat boyunca takip edip görüntülerini kaydeder.

Seçim zamanı geldiğinde eski Türkiye ile Yapay Zeki Türkiye karşılaştırması yapar ve durmadan eskiyi kötüler. Vatandaşların tamamını izlediği için herkesin zaaflarını bilir. Kaybetmesi durumunda özel bilgileri ifşa etmekle tehdit eder. Error örgütleri ile korkutur, ona muhalif herkes zaten erroristtir. Şöyle uçacağız, böyle havalanacağız diye uçuk kaçık vaatler vermekten de geri kalmaz. Kısaca, kelimenin tam anlamıyla bütün düğmelere aynı anda basar…

Neyse, içimizi daha da karartmaya gerek yok, distopyayı burada bırakalım. Bilgi sistemleri yoğunluklu bu tarz senaryolara “ITopya” desek daha uygun olur sanki. Cumhur hür olsa ve hakkını savunabilse böyle “itopik” rüyaları hiç görmeyiz. İyi rüyalar Türkiye…

Link: https://www.gencyorumdergisi.com/2023/10/cumhurriyet/

Öne Çıkan Yayın

Gözlükler

  İbrahim Özdabak Karikatürü   “Artık önümüzü göremiyoruz” sözünü ilk duyduğunuzda aklınıza: “Tabii canım, nasıl adım atacağımızı şaşırdık...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: