Bu Blogda Ara

Arşiv

Altılı Masa ve Atlı Hikâye

 

Altılı Masa ve Atlı Hikaye
İbrahim Özdabak Karikatürü

Aday belirleme çalışmaları sırasında Millet İttifakı içerisinde çıkan bir ihtilafı, kimileri ellerini oğuşturarak sevinçle karşıladı, kimi olduça üzüldü ve kızdı. Kısa bir süre içerisinde süslü ve edebi beylik lafları edildi, “Ben biliyordum böyle olacağını” tavırlarıyla konuşanlar oldu. Küsmeler, afralar-tafralar, müzakereler derken, barışma ve bütünleşme tekrar sağlandı. Ülkedeki bütün kesimlere türlü türlü duygular yaşattı bu olanlar.

Altılı masa da denilen Kıratlı masanın yaşadığı gelişmeler, yaklaşık 2600 yıl önce yaşamış olan Çinli filozof Lao Tzu’ya atfedilen atlı güzel bir hikâyeyi hatırlattı:

Köyün birinde yaşlı ve fakir bir adam yaşarmış. Bu adamın, kralların bile kıskandığı güzellikte bir beyaz atı varmış. Birçok defa kral, bu at için ihtiyara çok yüklü paralar teklif etmesine rağmen adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, sadece bir at değil benim dostum. İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep.

Derken köyde bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü, ihtiyarın başına toplanmış. “Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Bu fakirlikte böyle değerli bir şeyi nasıl koruyabilirsin? Krala satsaydın, istediğin kadar paran olurdu ve ömrünün sonuna kadar rahat yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.

İhtiyar “Bir karara varmak için acele etmeyin” demiş. Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”

Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler.

Aradan çok geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, kendi başına dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki bir düzine yabani atı peşine takıp getirmiş.

Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değilmiş, şimdi bir sürü atın oldu; adeta başına devlet kuşu kondu” demişler.

“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin ama yargılamayın! Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Hayat bir kitap gibidir. Bir kitabın ilk cümlesinin ilk kelimesini okur okumaz o kitabı nasıl anlayabilir, tamamı hakkında yargıya varıp fikir yürütebilirsiniz?”

Köylüler bu defa ihtiyarla açıktan dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek!” diye geçirmişler.

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatağa hapsolmuş.

“Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın”

İhtiyar “Siz yargılama hastalığına tutulmuşsunuz, hep erken karar veriyorsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin yargınız ve yorumunuz. Ama acaba ne kadar doğru! Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Fakat siz her şey yaşanmış gibi sonuç çıkarıyorsunuz!”

Derken birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile ülkeye saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler ihtiyara gelmişler “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”

“Siz erken karar vermekten kurtulamıyorsunuz. Daima yargılıyor ve sonuç çıkarıyorsunuz” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu Allah bilir.”

 Link:

Hasb-i (O)HAL

 

Hasb-i (O)HAL



Hayalî bir hasb-i hâl:

Deprem afeti ile ilgili çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Her şey çok muntazam işledi. Ekipler canla başla çalıştı. Her yere yetiştik. Yardımlar, çadırlar yağmur gibi yağdı. Sadece insanları değil, kedi ve köpekleri bile kurtardık helikopterle, dronla... Başka hükümet kalkamazdı bu işin altından. Biz var ya, nasıl çalıştık...

Açıklananın 4-5 katı kadar kayıp olduğu söyleniyor, en az 250 bin diyenler var. Bu nasıl oldu peki?

-Kurtardıklarımızı neden saymıyorsunuz? Biz olmasak onlar da kurtulamayabilirdi. Bölgenin coğrafyası malum, kış mevsimini ve gecenin karanlığını ekleyin, üstüne, bizi aciz göstermek isteyen hainler oldu! Kış güçler, dış güçler ve iç güçler... İçler-dışlar çarpımı yaparsanız tahribatın büyüklüğünü anlarsınız.

Dış güçler diyorsunuz ama yabancı pek çok ülkeden destek ekipleri ve maddi yardımlar geldi... Hani ölmemizi istiyordu hepsi?

-Bakın bakalım sahalara, çadırların üzerinde kimin logosu var?

Gelen çadırların üzerine kendi logonuzu bastırdığınız iddiası...

-Yardım gönderen herkese teşekkür ettik. Çoğu, kısa bir süre çalışıp hemen gitti.

Ekip ve ekipmanlar bekletilmese çok daha fazla insan kurtarılamaz mıydı?

-Kaderin bir planı vardır. O plan dahilinde ölmüş olanlar Mars’a da gitseydi yine ölecekti. Buna çare yok. Hem siz merak etmeyin, ölenlerin sayısı dediğiniz kadar çok değil

Kurtulanları siz kurtardınız, övgüler size gelsin ama ölenleri kader aldı, öyle mi? Sorumluluktan kaçmak için ilginç bir fikir. Sizin hiç kabahatiniz yok mu?

-Aksaklıklar oldu tabii ama bizimle ilgili olmayan sebeplerden, şanssızlık işte. Helâllik istedik ya, daha ne yapalım...

Ne gibi bir şanssızlık oldu?

-Bir kere şiddeti çok büyüktü. Bakmayın 7.8 diye ölçüldüğüne, asrın felaketi en az 11 şiddetindeydi. 500 atom bombası patlamış gibi enerji çıkmış. Biz yıllardır hazırlanıyorduk depreme, personel sayısı artırıldı, tatbikatlar, eğitimler falan ne gerekiyorsa yapıldı. Ama İstanbul’da bekliyorduk depremi, Kahramanmaraş’a gelerek hazırlıksız yakaladı bizi.

Şunun gibi oldu: “Yazılı sınava çalışmıştık ama hoca sözlü yaptı” İyi de, derse çalışan biri her türlü sınava hazır olmaz mı?

-Şöyle düşünün; yazılıda iyiyiz, destan yazmasını biliriz, bu bizim işimiz. Ama kendimizi anlatmayı beceremiyoruz. O yüzden sözlü sınavda çakıldık.

Bu itirafınıza binaen haklarını helâl eden oldu mu?

-Olmuştur. Doğrudan söyleyen az oldu ama büyük çoğunluk sustu. Biliyorsunuz, sükût ikrardan gelir. Buna “hasb-i helâl” diyebiliriz, yani helâl ettiler diye hesaplayabiliriz. Etmeyen olsa duyardık, değil mi?

Aman efendim, aleyhinize bir kelime konuşabilmek mümkün mü? Şikayet edeceği anlaşılan vatandaşa mikrofonlar kapanıyor, insanların seslerini duyurabildiği siteler yasaklanıyor. Bu arada, insanların ayağında prangalar da görüyoruz, siz mi taktınız?

-Pranga değil o, halhal... Süs için taktık, adı da “O-HAL”hal. Halhal, mide ve ayakların düzgün çalışması için takılır. Milletin malını yemek isteyen ayak takımını O-HALhal ile dizginliyoruz. Kimse milletimizin malını çalamaz!

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

-Eyyy deprem! Sen büyük bir afetsin, Allah seni başımızdan def etsin! Önce Rabbim, sonra milletim bizi affetsin... 

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/hasb-i-o-hal_578785

HTS: Hizb ut-Takrir üs-Sansür

 

İbrahim Özdabak Karikatürü

TÜİK, 2020 ve 2021 yıllarına ait ölüm istatistiklerini açıklamış. Bu sayıların en çok merak edildiği salgın günlerinde neden açıklanmadığını bilmiyoruz.

Uzmanlar, bir tutarsızlık olduğu görüşünde: 2019 yılı ölüm sayısını, nüfus artışına paralel oranda artırıp koronavirüs kaynaklı (resmi olarak açıklanan) vefiyat sayısını eklediğimizde tam 100 bin kişilik açıklanamayan bir kısım kalıyor. 

DSÖ, Türkiye’de koronavirüs kaynaklı ölümlerin sayısının, açıklananın neredeyse üçte biri olduğunu söylemişti. Hatırlayın, turkuvaz renkli tablolarda duyurulan vak’a ve ölüm sayılarına kamuoyu hep şüpheyle yaklaşmıştı. Takip edilen metot galiba şöyle: 

İlk aşama: inkâr ve yok sayma. Gözleri kapatınca bazı şeylerin yok olacağına dair inançlarının kaynağını merak ediyoruz. Muhtemelen, millete göstermeden gündemi değiştirebilirlerse kimsenin dönüp sormayacağını umuyorlar. Memleketimizin altında üstünde, sağında solunda kalan bütün ülkelerde binlerce kişi salgından etkilenmişken “bizde yok” demişlerdi mesela. Ekonomik kriz yoktur diye defalarca tekrar ettiler, sonra aniden çok büyük bir krizi aşmış olduğumuzla övündüler.  

İkinci aşama: Saklamak mümkün değilse sayıları ya olduğundan az veya çok fazla açıklama. Hangisi işlerine geliyorsa artık.. İlk vak’a açıklanır açıklanmaz okullar dahil her şeyi kapattılar. 

Üçüncü aşama: Gerçek verileri açıklayan kişi ve kuruluşları susturma. Adeta “Ben veriyi işime geldiği gibi açıklarım, onun haricinde konuşanı polis ve mahkeme yoluyla sustururum. Yasaklama gerekiyorsa kanuna bile gerek duymadan kararname ile hallederim” diyorlar. 

Pandemi başlarında maske dağıtımı işi curcunaya dönmüştü. Fabrika, işçi, kumaş ve dağıtım ağı varken insanlara maske dağıtamadılar. Teveccühlere sadece biz mazhar olalım, başkaları dağıtmasın dediler, vatandaşa yardım dağıtan belediye ve vakıflardan siyaseten işlerine gelmeyen olduysa engellemeye çalıştılar. Mahkeme yoluyla toplanan yardım paralarına el koydular. Yurtdışından tweet atana ambulans uçak gönderilirken, İzmir’de hastaneye alınmadığı için ölen insanlar vardı. Kahramanmaraş merkezli son depremde de benzer şeyler oluyor. Enkazın başında yakınlarının çıkarılmasını günlerce bekleyenler oldu. Kaç haftadır çadır ulaşmadığı için hasarlı evine girmek zorunda kalıp artçı depreme orada yakalananlar oldu. Devletin en tepesinden, müdahalede gecikmeler yaşandığı itirafı geldi. Devletin valisi özür diledi, açıklanan rakamların en az 4-5 katı kadar kayıp olduğunu söyledi.

Sevdikleri, yakınları, evleri, dükkanları, eşyaları enkaz altında kalan, ölümle burun buruna gelmiş ve bekledikleri desteği alamayan insanların öfkeli çıkışları, kontrol altında tutulan medyada haber olma şansını bulamadı. Alternatif mecralarda seslerini duyurmaya çalışan insanlardan özür dileyeceklerine her şeyi deftere kaydettiklerini söyleyip tehdit ettiler. 

Hizmet etmek gerektiğinde ağır işleyen mekanizmalar, yasaklama sözkonusu olduğunda jet hızıyla işliyor. Deftere yazmakla kalmayıp hesabı da aniden kesmeye başladılar. Bu ne hız, aman dikkat “tiz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır” dediğimizde onlar Hababam usulü “teyzesi defterdar olan faytonla damda dolaşır” diye anladılar. Sosyal medyayı kısıtladılar, televizyon kanallarını cezaya boğdular. Ekşi Sözlük sitesini erişime kapattılar, mahkeme kararını iki gün sonra söylediler. O kararda da gerekçe belli değil. Kapatmak istedikten sonra gerekçe bulmaktan kolay ne var, “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim, Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş çıkartırım” diyen zihniyet için? Her yerde olduğu gibi Ekşi Sözlük de troll kaynıyor. VPN ile siteye bağlanıp kapatılması kararını savunan Özgür Sansürüye Ordusu, Demokratik Sansürüye Güçleri ve Hizbut-Takrir-üs Sansür gibi trol güçleri var. 

Ebabilinden pelikanına, bildiğimiz ve bilmediğimiz türlü türlü trol sürüleri faaliyet gösteriyor. Bu imkanlar, yardım toplamak ve organizasyona yardım etmek için kullanılsaydı keşke. Onun yerine, şikayet eden kim varsa onu linç etmek, hükümet lehine algı oyunları oynamak, yardım etmek isteyen kuruluşlara karalama kampanyası düzenlemek, yardım sitelerine siber saldırılar organize etmekle meşguller.

“Teker teker not alıyoruz” dediler ya, millet de gereken notu en yakın zamanda kendilerine verecektir inşallah...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/hts-hizb-ut-takrir-us-sansur_578457

İstifay

İstifay
Sefer Selvi Karikatürü

 

Dışlanan, hor görülen, fişlenen ve devlet kurumlarına alınmayan, varlıkları bile muktedirler için bir tehdit sebebi kabul edilen dünün mazlumlarından bazıları bugün iktidarda. İktidarlar değişse de, sahip olunan gücün büyüklüğü ve verdiği sarhoşluk aynı refleksleri verdiriyor. Kendinden olmayanlar üzerinde tahakküm kurmak için aynı metot ve araçlar kullanılıyor.

1999 depremi zamanında yardım dağıtması engellenmeye çalışılan dindar STK’ların eleştirdiği bütün konular 2023 yılı depreminde de geçerli maalesef. Hatta fazlası var, o gün eleştiri ve şikayetler serbestçe yayınlanabiliyordu. Bugün televizyon kanallarının neredeyse tamamı iktidarın kontrolü altında. Sosyal medya ve alternatif internet imkanlarını kullanmak isteyenler polis ve mahkeme eliyle susturuluyor.

Resmi kanallar haricinde yardım etmek mi istiyorsunuz, devlet varken size ne oluyor? Haşa, devlete eş koşarak ne yapmak, nereye varmak istemektesiniz? Yanan canınızın verdiği acıyla, yardım gelmediğinden şikayet etmeye kalkmayın, devleti acz içinde gösterme cürmünü işlemek istemezsiniz...

İlk 48 saat hiçbir şekilde yardımın gitmediği çok yer var diyorsunuz, “e deprem çok büyüktü, asrın felaketi oldu” diyorlar. Gelişmiş elektronik ve haberleşme teknolojilerine rağmen onbinlerce insan neden kurtarılamadı diye soruyorsunuz, “e deprem 500 atom bombası kuvvetindeydi” diye cevap veriyorlar. İnsan gücü, malzeme ve ekipman akışı neden aksadı? E deprem...  Edep yahu! Tamam,  felaket asrın felaketi olabilir de, görev ve sorumlulukları belli olan kurumların en gerekli olduğu zamanda bile talimat almadan iş yapmaması, sevk ve idare konusunda bir “kasrın” felaketi yaşandığını göstermez mi?

Asrın felaketinden, camları bile kırılmadan çıkan binalar da oldu. Hatta, altında bir züccaciye mağazası bulunan bir binada tek bir tabak bile kırılmamış diyorlar. Aynı sokakta bulunan bazı binalar yerle yeksan olurken, bazılarının sapasağlam kalabilmesi, uygun tedbirler alındığında depremden hiç etkilenilmeyebileceğini ispat ediyor.

Uzmanların deprem riski ikazları bilinmesine rağmen, bir kararla riskli bölge olmaktan çıkarılan bölgeler oldu. İmar için seçilen arsanın uygunluğunu gözetmeden izin verenler, inşaatın zemini ve binanın sağlamlığını gerçek manada denetlemeden ruhsat verenler, şeklen de olsa hibir denetime maruz kalmadan kaçak olarak inşa edilmiş binalar için bile imar affı getirenler... Mahalli idareciler, mülki idareciler veya iktidardan herhangi biri, bu süreçte kendi sorumluluğunu hatırlayıp istifa etmedi. Talimat olmadan nefes bile almıyorlarsa, sorumluluğu talimatı verene mi yüklemek istiyorlar, anlamadık. Özür dilerim, eski bir alışkanlıkla istifa dedim, artık o müessese çalışmıyor, af talebi geçerli. İstifa af talebi oldu, o da “affet” şeklinde söylenir bir adım daha geliştirirsek:

İstifaàAf talebiàAffetàAfet

Bakınız, olay yine geldi, afete bağlandı. Demek ki kimsenin bir şey yapmasına gerek yok. Çok gerekli olursa birkaç müteahhit kurban edilerek milletin gazı alınabilir. Ülkede müteahhitten bol ne var, Avrupa’da bulunan toplam müteahhit sayısının 15 katı kadar bizde müteahhit varmış. Sayısı bir hayli fazla olan bu meslek grubu müntesiplerine “Hayl müteah-hitler” desek yeridir. Müteah-hitlere sorsanız “Ben ekolojistim, fay sebep, deprem ise sonuçtur” deyip çıkabıilirler işin içinden.

Bu durumda en iyisi fayların istifa etmesi. Olursa, ona da istifay diyelim bari....

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/istifay_578095

Depremin Artçı'ları

 

Depremin Artçıları
İbrahim Özdabak Karikatürü

Kış mevsiminin en soğuk zamanlarında, gece uykusunda insanları yakalayan, şiddeti büyük olan ve geniş bir alana etki eden Kahramanmaraş Depremi maalesef çok sayıda vefiyata ve dehşetli bir tahribata sebep oldu.

Bu musibet sebebiyle vefat eden insanların hükmen şehitlik sevabına mazhar olduklarını temenni ediyor, kendileri için Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz. Geride kalanlara, maddi-manevi kayıplarına karşı dayanma gücü, sabır ve metanet diliyoruz. Hasar sebebiyle kaybettikleri malları, Dergâh-ı Uluhiyet’te onlar adına sadaka hükmüne geçsin inşallah... 

Son yüzyılın en büyük depremi olduğu söyleniyor, artçı depremleri bile başka yer ve zamanlarda müstakil bir büyük deprem teşkil edecek şiddetteydi. Enkaz altında sıkışanları kurtarmak, kalanların hayata tutunabilmeleri için gerekli çadırkentleri kurmak, yemek, giysi ve temizlik ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmak için bölgeye giden, fiili olarak yardım eden, gitme imkanı ve olmayıp ihtiyaç malzemesi ve/veya para yollayan, bedenî, nakdî ve aynî yardım etmeye niyeti olup da elinden hiçbir şey gelmediği için sadece dua ederek manevi destekte bulunan herkesten Allah razı olsun, çabalarının ve niyetlerinin kat kat karşılığını sevap olarak versin. 

Deprem felaketine maruz kalmak bir kusur değildir, coğrafyamızın tabiatında var olan durumdur. Ancak, deprem kuşağında yaşadığını bilen insanların, bu gerçeğin gerektirdiği hazırlıkları yapmaması kabahattir. Felaketin boyutunu arttıran deprem ve artçı sarsıntılar değil, gözlerini para ve rant hırsı bürümüş olan art niyetliler ile jeoloji uzmanlarının uyarı ve tavsiyelerini ihmal ederek rantçılara göz yuman yöneticilerdir. 99 depreminde yaşadığımız acılar bize ders olmalıydı. Fay hatlarının genel olarak geçtikleri yerler belli, o hatların hemen üstüne bina kurmak felakete bir davetiyedir. Hattan uzak olan binaların da depreme dayanacak şekilde inşa edilmesi ve bu manada inşaatların sağlamlık denetimlerinin sıkı bir şekilde yapılması gerekirdi. En çok zarar gören yerlerin hastane binaları ve AFAD gibi kamu kuruluşları olmasına diyecek söz bulamıyoruz. 

Kriz yönetimi konusunda maalesef sınıfta kaldık. Enkaz altında kalanları kurtarmak için en kritik zaman olan ilk saatlerde koordinasyon eksikliği göze çarptı. Yardım etmeye koşan insanlar bekletildi. İnşaat sektörünü milli bir spor olarak gören ve haddinden fazla iş makinası, operatörü barındıran ülkemizde bu potansiyelimizden yeterince faydalanılamaması, madenci ve askeri birlikler gibi arama kurtarma faaliyetlerine hayati destek verebilecek unsurların çağrılmaması çok büyük eksiklik oldu. 12 Kasım’da bütün yurtta gerçekleştirilen tatbikattan aklımızda kalan “çök-kapan-tutun” tavsiyesi farklı bir şekilde işledi: İletişim altyapısı çöktü, koordinasyon çöktü. Kağıt gibi asfalt kaplanan yollar kapandı, twitter kapandı, vatandaşla yapılan röportajda, şikayet etmeye başladığı anda kameralar kapandı. Mars’a giden roketler yapan Elon Musk’un uyduları Maraş’a getirilmedi. Yardım için gelen tırlar şehir dışında tutuldu, gönüllüler bekleme salonunda ve stadyumlarda tutuldu.

İşler zamanla rayına oturmaya başladı ama enkaz altında kurtarılmayı bekleyen pek çok kişi için iş işten geçmiş oldu. 24 yıl önceki deprem zamanında muhalif olup devlete her türlü eleştiriyi rahatça yapanlar, “ileri demokrasi” yaşadığımız şu günlerde en ufak serzenişte bulunanı vatan hainliği ile suçluyorlar. “Cumhur ittifakı olarak sahadayız” diyenler, can havliyle neden yardım gelmediğine isyan eden vatandaşları azarlıyor, yardıma gelen muhalif belediye başkanına “İngiliz uşağı” diye hakaret edebiliyor. 

Devlet kuruluşlarından başka sivil toplum kuruluşlarının canla başla çalışmasını hazmedemeyen artçı troller, onları sahtekarlık ve şov yapmakla suçluyor, web sitelerine siber saldırılar düzenliyor ve sosyal medyada linç kampanyaları yürütüyor. Halbuki, bir yükün taşınmasına yardım eden bütün ellere teşekkür edilmeliydi. AHBAP gibi STK’ları siyaset yapmakla suçlamak yerine, devlet kurumlarını günlük siyasetin bir aparatı olarak kullanmanın sonuçlarını düşünselerdi keşke. Vergiden kaçınmak için yurtdışında başka vakıflara bağış aracılığı yapan, topladığı kurban vekaletlerini, sahiplerine haber vermeden kendine yakın vakıf derneklere paslayan, kendi logosunun basılı olduğu kavurma kutuları iktidar milletvekilinin otelinde bulunan bir kurum, insanların güvenini kaybettiyse AHBAP ne yapsın? Kanun ve yönetmeliklerle görev ve sorumlulukları belli olan devlet kurumları, en küçüğünden en büyüğüne, her işinin başında besmele çeker gibi “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla...” sözü ile başlıyor. Güven ve itibar istiyorsanız, TÜİK, KIZILAY ve AFAD gibi devlet kurumlarını partinizin bir çiftliği olarak görmekten vaz geçiniz ve günlük değişen siyasi talimatlarınızla değil, kanun ve nizamnameler çerçevesinde çalıştırınız...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/depremin-artci-lari_577710

Öne Çıkan Yayın

Gözlükler

  İbrahim Özdabak Karikatürü   “Artık önümüzü göremiyoruz” sözünü ilk duyduğunuzda aklınıza: “Tabii canım, nasıl adım atacağımızı şaşırdık...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: