Önceki yazılardan birinde, “Orta Dünya” denilen bir hayali yerde geçen ve kitabıyla aynı isimde film serisi bulunan “Yüzüklerin Efendisi”ne benzer özellikler taşıyan bir orta oyunundan bahsetmiştik (1 Eylül2019 tarihli ve “Orta Dünya Orta Oyunu” başlıklı yazı). Bu orta oyununda da bir yüzükle başlayan bir macera vardı.
Bizim orta oyununda yer alan karakterlerden biri olan Ak Karuman, orijinal yapımdaki Gandalf’tan etkilenmiş olabilir. Gandalf, bir yerde taraftarlarına moral vermek ve onları konsolide etmek için şu meşhur sözünü kullanmıştı: “Beşinci günün şafağında beni bekleyin, şafakta doğuya bakın” Ak Karuman da beşinci iktidar döneminin yeni şafağında “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz, iktidara zarar verecekse, haksızlık ve yanlışlardan şikayetle, doğruları söylemek caizdir, diyemem” dedi. Gandalf doğuya baktırırken, Karuman “doğru”ya bakmamayı salık veriyor.
Karuman’ın hitap ettiği kitleyi, kazanımlarını kaybetme telaşı sardı anlaşılan. Öncelikle bu “kazanım”ları tespit etmek lazım, değil mi? Kitleye soracak olursak, muhtemelen şunu diyeceklerdir: “Evvela, devlet yöneticilerimiz dindar ve inancımıza uygun hayat pratiklerini serbestçe uygulayabiliyoruz. Onlar giderse dinimizi yaşamamız çok zor hale gelir. Yedi düvele meydan okuyoruz, güçlüyüz ayrıca ekonomik refah ve bolluk içindeyiz...” Peki, bunlar ne kadar doğru?
İlk olarak, ülkemiz dini esaslarla yönetiliyor değil. Her ne kadar, keyfi olarak uygulanmayan yönleri olsa da dünyevî bir anayasası var. Bu anayasaya uygun olarak geliştirilmiş olan ceza hukuku, ticaret hukuku, medeni hukuk ve benzeri kanunlar da İslami kural ve kaidelere uyma endişesi ile yazılmamış. Yönetenler, herhangi bir dinî makamı temsil etmiyor. Dinî ilimleri bırakın, dünyevî ilimleri bile ne kadar tahsil etmiş olduklarını tam bilemeyebiliyoruz. Dindar olabilirler, ki ne derece dindar oldukları da tartışma konusudur. Dinî birtakım meselelerden bahsetmeleri, bahsettikleri her şeyin dinî olduğu anlamına gelmez. Siyasetin tabiatından kaynaklı olarak, bahsettikleri dinî konuları eğip bükme, sadece siyaseten yararlı olacak meselelerden bahsetme veya meselelerle ilgili dini hükümleri eksik ifade etme gibi riskler var.
Dindar olmasa da, hürriyet ve adalet esaslarını hakkıyla yürütecek olan bir yönetimin iktidara gelmesinin müslümanları dinî noktada endişe ettirecek bir durumu yok, dine hürmetkar olması veya en azından dindarlara ilişmemesi bile yeterlidir. Kendini dinin yegane temsilcisi ilan eden kişilerin yapacağı hatalar dinin parçası zannedilebilir, bu da dinin yanlış anlaşılıp uygulanmasına ve insanların yanlış uygulamalara bakarak dinden soğumasına sebep olabilir.
İkinci husus olan rahatça dini inancına uygun hareket edebilmeye gelirsek; acaba bu rahatlık, fikir ve ifade hürriyeti ile bağlantılı olarak toplumun bütün kesimlerinin yararlanabildiği bir şey midir? Bu sorunun cevabını herkesin bildiğini ve hissettiğini zannediyorum. Dini yaşamadaki rahatlık, hürriyetlerin kanuni güvenceler altına alınmasından değil, yöneticilerin kendi inisiyatiflerini kullanması ve hatta teşvik etmesi sebebiyledir. “Ben yoksam, siz de olmazsınız” hissini uyandırdığı için dostlara her daim onu kaybetme korkusu yaşatır. Teşvik o raddeye varır ki, ihale kapmak isteyenler, kendilerini umre ziyaretlerinden resimler paylaşmaya, bazı yöneticilere hac-umre ziyareti ısmarlamaya veya hanım yakınlarının başlarını örtmeye mecbur hissederler. Çünkü öyle olmayana ekmek yoktur. Bu da toplumda münafıklık seviyesini yükseltir. Muarızların bir kısmı ise, kutuplaşmanın ve adaletsizliğin verdiği düşmanlıkla ilk fırsatta uygulayacağı intikam planlarını yapmaya başlar.
Ekonomik güç ve refah da üçüncü argümandı. Toplumun bütün kesimleri bu refahı hissediyor mu, yoksa belirli bir zümre mi bu refahı yaşıyor? Ücretli çalışanın parası vergilere, enflasyona ve dövize karşı gün geçtikçe eriyor maalesef. Gittikçe fakirleşiyoruz. Toplumun büyük kısmı sabit ücretle çalışandır ve onların da büyük kısmı asgari ücret alır.
Yandaş müteahhitler ve iş adamlarınınsa vergi borcu silinir, kendilerine hazine garantili ballı ihaleler verilir, maden arazileri ve krediler tahsis edilir. Küçük üyelere bir şey yok mu? Olmaz olur mu, onlara da “koltugva”, “maaşva”, “makamva”, zırhlı-korumalı “arabava”, kendini önemli bir hissetsin diye “çakarva...” Geçenlerde oğlum atasözleri ile ilgili ödevini yaparken “bir koltuğa iki .... sığmaz” sorusuna “adam” diye cevap vererek bizi güldürdü. Düşündüm de, hakikaten tekli bir koltuğa iki adam sığmaz ama bir adam aynı anda çok koltuğa yayılabiliyor galiba. Sekiz on koltukta birden oturup hepsinden maaş alanlar var. “Ne adamlar gördüm, koltuklara sığmıyor, ne koltuklar gördüm, içinde adam yok” diyesi geliyor insanın.
Koltugva’lara belediyeler, para yardımı yapmış, arsalar, binalar, arabalar ve çalışanlar tahsis etmişler... Kadrolar açmışlar, bankamatik memurluk yaptırmışlar. Eskiden sınavla girilen makamlara selam ve dua ile girmeye başlamışlar. Koltugva’cıların, ülke insanlarının önemli verilerine izinsiz ulaştığı, emniyet, ordu, adalet ve bütün devlet dairelerinde usulsüz atamalar yapığı, kamu kaynaklarını sorumsuzca kullanabildiği haberleri bir kısıım belgeleriyle çıktı, adamlar camide poz verip “bu bayrak inmez, bu ezan susmaz” nidalarıyla karşılık verdi. Arkadaşlarıyla kavga ederken, kendini korumak için kafasına Kur’an cüzü tutan çocuklar gibi...
Sayın Ak Karuman, bu gidişle bunlar senin bulguru kaynatırlar, derinlere yaylatırlar... aman, fetva verme baş açık, arpalıklar kara kılçık, siyasete gönlün var ise, cübbeni çıkar yola çık...
Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/karuman-bulguru-ve-koltugva_552273