Bu Blogda Ara

Arşiv

Herkesin Sevap Sandığı...

 


Ufukta bir sandık görünüyor. Yaklaşan bu sandık açıldığında herkes kazanacak. Daha doğrusu, kazanmaya niyetlenen hiç kimse kaybetmeyecek. Sonucu şimdiden açıklıyorum: %100 “hayır” çıkacak.

Hayır, Anadolu Ajansı’nın, kazanmasını istediği adayın oylarını %70’lerde başlattığı, istemediği sonuç gelince veri akışını kestiği seçim sandığından bahsetmiyoruz. Bizimkisi, mübarek üç ayların gelişi ile başlayan nurlu mevsimde açılan sevap sandığı… Bu sandığın üstünde, içine sevapların atılabilmesi için bir bölmesi var. İbadetin gizlisi makbul olduğu için zarflar içerisinde atılıyor, ahirette açılıp sınıflandırılacak. Gizli oy, açık tasnif usulü… Normal zamanlarda sevaplar bire on oranıyla sandıkta değerlenirken, bu mevsimde harika kampanyalar var: Bazen bire 100, 700, 1000 ve hatta 10.000 kazanma fırsatı var. Bir gece ibadete karşılık 30.000 gün (yaklaşık seksen üç sene yapıyor) sevabı kazandıran büyük ikramiye Kadir Gecesi, herkese çıkabilir! Lafın gelişi değil yani, Ramazan’ın her gecesini Kadir gecesiymiş gibi ihya eden muhakkak kazanıyor. Ama “Bir Ramazan’da 83 yıllık sevabı buldum” diye rehavete kapılmak yok, iman biletini kaybeden maazallah elindeki her şeyi kaybediyor.

Günahlar cephesinde de TÜİK’in enflasyon hesabına benzer bir yöntem kullanılıyor, af paketleri kapsamında tövbe şartı ile pek çoğu silinebiliyor. İman affı değerlendirilebilir mesela. Hele Ramazan ayında şeytanlar zincire vuruluyor, bu da bir nevi şer akışının kesilmesi. Yahu, daha ne olsun… Bakın, burası çok önemli, en kötüyü geride bıraktık ve Şaban Ayı Recep’ten, Ramazan da Şaban’dan daha sevaplı geçebilir. (Recep Ayı içerisinde Regaib ve Mirac olmak üzere iki kandil, Şaban Ayı’nda ise Beraat Kandili var)

Sevap sandığının faziletlerinden bahsettik ama herkesin sevap sandığı farklı olabilir. Modern zamanların insanları en az çaba harcayarak en büyük ödülleri toplamanın hesaplarını yapıyor. İstiyor ki yıl boyu yatayım, Üç Aylar geldi mi ziplenmiş bir paket kullanarak senemi telafi edeyim. Birkaç yıl önce bir tanıdığımdan bir mesaj almıştım, mesajda dört rekatlık bir namazdan bahsediliyordu. O namazın fazileti anlatılırken “400 yıllık kaza namazlarına bedel” deniyordu. Standart bir dört rekat değildi tabiî tarif edilen, her rekatta Fatiha’dan sonra 10 Ayet-el Kürsi, 15 Kevser, 3 Kafirun ve 3 İhlas suresinin okunması gerekiyordu. Herhangi bir sünnet namazından biraz daha uzun, ama “400 yıllık namaza bedel olacak bir keffaret için değmez mi?” diye düşünüyor insan. Daha önce duymadığım için kaynağını sordum ama kesin bir cevap alamadım. Kendim araştırdığım zaman, hadis olarak herhangi bir kaynakta geçmediğini anladım.

Sadece dört rekatlık bir namaz kılarak Cenneti kazanacağını düşünmek de ne bileyim… Cenneti kazanmak bu kadar ucuz değildir herhalde. Daha beterini söyleyeyim, bunun gibi sıhhati olmayan veya tartışmalı hadisleri insanlara hatırlatarak o sevaplardan daha büyüğüne nail olduğunu düşünmek! İlk örneğimizdeki kişi en azından dört rekat namaz kılıyordu, hatırlatan kişi onu da yapmayıp, hatırlattığı kişilerin o namazı kılmasını temenni ediyor ki o da irşadı sebebiyle o sevaba ortak olacak, hem de elini değdirmeden! Hadi bu bir ibadet daveti gönderdi ve beklentisi var diyelim. Rehberinde bulunan herkese, en güzel Cuma ve kandil mesajlarını Whatsapp üzerinden gönderenin bu zamanları ihya etmiş olduğunu düşünmesi nasıl bir şeydir? Hele ki bu mesajları kendi düşünüp yazmayarak, başka yerlerden bulduğu mesajları hiç okumadan kopyala-yapıştır metoduyla gönderen kişilerden bahsetmiyorum bile.

Günümüz insanlarının nefsi rahata öyle alıştı ki, “Sevapp diye bir mobil uygulama çıkmış, telefonunuzda arka planda çalışarak sizin için sevap toplayacak” dense, “Update’siz çalışıyor mu?” diye soracaklar çıkar. Abdest alan donanımlar, namaz “client” bilgisayarlar, Kur’ân okuyan yazılımlar ve uygulamalar çıksa bile kazanılan sevaplarla Cennete gidecek de herhalde onlar olur…

Link: http://www.gencyorumdergisi.com/2021/02/herkesin-sevap-sandigi/

Uzabia


İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Gün geçmiyor ki, dünya devi denilen ülkelerden birini veya birkaçını iddialı oldukları konularda geçmemiş olmayalım. Sağlık sistemimiz o kadar şahane ki, yurt dışından tedavi olmak için gelmek isteyenler kuyruğa girdi. Ekonomide OECD ülkelerinin ortalamasından daha fazla büyüdüğümüz ortaya çıktı. Kültürel iktidarı yakalayamamış halimizle bile eğitimde Almanya’yı kıskançlık krizine sokmayı başardık. Erdoğan’ın ifadesi ile "Türk yükseköğretim sistemi ileri bir seviyeye ulaştı. Üniversite sayımızı 77'den 207'ye çıkardık. Almanya'dan çok çok ilerdeyiz onu söyleyeyim, Merkel'e 8 milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var deyince şöyle bir üff dedi"

Muhtemelen duymuşsunuzdur, televizyonda yayınlanan bir yarışmada, yarışmacıya beynin bir bölümü sorulmuş ve omurilik sarımsağı, omurilik turbu, omurilik soğanı ile omurilik brokolisi şıklarından birini tercih etmesi istenmiş. Yarışmacı, telefon jokeri hakkını kullanarak doktor arkadaşına sormuş, doktor arkadaşı da “beyin sarımsağı” cevabını vermiş. “Turbo bir beyinde omurilik turbu bulunur” da diyebilirdi, Allah muhafaza...

Cevabı bilmek için beyin cerrahı, cerrah veya herhangi bir konuda tıp doktoru olmanın gerekmediği bu soruyu aile hekimi olan kişinin yanlış cevaplaması yükseköğretim konusundaki seviyemizi size sorgulatmasın. Doktorumuz, programı aşçılık yarışması sanmış olamaz mı? Menemende soğan olur mu olmaz mı, lahmacuna soğan mı katılır, sarımsak mı tartışmaları sürüp gidiyor. İktidara yakın yayın organları “yeni başlayanlar için fakirlik” veya “yoksulluğu kanıksama ve ileri düşkünlük metotları” tarzında haberler vermeye başladı. Market alışverişini ucuza getirmenin püf noktaları sayıldı. TRT çöpten yiyecek toplama üzerine belgesel yayınladı.

“Sıçrayış Uzay”

Tasarruf için çöpe atılmış yiyeceklerden faydalanmayı öğreten TRT, 7000’e yakın personeli, sayısız ekipmanı, stüdyosu, elektrik faturaları ile bandrollerden gelen vergi gelirleri varken “dışarıdan sağlanan fayda ve hizmetler giderleri” adı altında 2019’da tam 1.6 milyar TL harcama yapmış. Eldeki malzemelerle kendi mutfağında “Sıçrayış Uzay” dizisi çekebilir pekala. Hep tarihi dizi çekecek değil ya, biraz da gelecekle ilgili bir bilim-kurgu dizisi fena olmaz sanki. Yeni açıklanan milli uzay vizyonumuzla da uyumlu olur. Eski padişahların fedaileri gibi başkanın “fezai”leri galaksileri fethederler mesela... Milli uzay istasyonumuzun şefi, İngiliz asronotuna tokat atsa kötü mü olur? Mars’ta patates fiyatlarını yükselten esnafın kulağı çekilebilir keza...

Bugüne kadar “illet-zillet, kömür ve makarna, ooo makarena” şarkısı ile rakiplerini alt eden iktidar, makarena şarkısının demode olduğunu anlamış olmalı ki, uzay projelerini dile getirmeye başladı. İlk durağımız, 50 yıl öncesinin soğuk savaş ortamındaki bayrak yarışında ayak basılan Ay olacakmış. Aniden ay ve uzay meselesinin çıkışı sanki rahmetli Barış Manço’nun bir şarkısı gibi oldu:

“Bu sene gökyüzü güzel, dedim ev halkına
Haydi uzay kıyafetlerini giyin de çıkalım biraz
Bak cıvıl cıvıl yıldızlar uçuyor
Dalları basmış erikle kiraz
Çoluk çocuk, cümbür cemaat
Uzaya gidelim, ne dersiniz ha?
Ev halkı uçtu, ‘aslan reis sen çok yaşa!’
Bak evladım buna Ay derler,
Güneşten alıp ışığı dünyaya gönderirler
Yerçekimi dünyadan azdır ama
Başka türlü geçilmez kraterler

A de bakayım -A- bi’ de Y de -Y-
Oku bakayım AY! oku bakayım AY!
Maksat çoluk çocuk öğrensin uzayın çetin yollarını
Kaptırmasınlar kimseye kafalarını ve oylarını
Hani reis olarak vazifemiz tabi, uyandırıp ikaz etmek
Uzunlar yanmıyor hakim bey, kısa yoldan anlatmak gerek”

Uzay dönemi söylemleri...

Yeni uzay dönemine uygun sloganlar geliştirmenin zamanı geldi. “Tek mekik, tek yörünge, tek istasyon, tek astronot” şeklinde formülize edilen uzay rabiası ihdas edip ona da “uzabia” diyebiliriz. İşadamı Abdullah Kiğılı “AKP ülkeyi 50 yıl ileri götürdü” demiş ve bazı çevrelerden tepki almıştı. Uzay bilimlerinde, bildiğiniz gibi ışıkyılı bir zaman ölçüsü değil, mesafe ölçüsüdür. “Adamlar yol yaptı” ifadesi artık “adamlar yıl yaptı” şeklinde söylense yeridir.

Ay hedefine doğru giderken ayçiçek yağı fiyatlarının astronomik seviyelere çıkması tamamen dış güçlerin oyunu gibi geliyor bana. Zamlanan simit fiyatlarına ne demeli? Simit yerine artık “uçan daire” diyenler varmış, zamanlama manidar, değil mi? Bütün algı oyunlarını boşverin, o kadar şahane yönetiliyoruz ki yakında bütün millet aynı sloganı tekrarlayacak: “u-za-bi-ya, u-za-bi-ya!”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/uzabia_536972

Devletin gücünü sınamak...

 


İşsizlik, enflasyon, yoksulluk, virüsten-hastalıktan korunma gibi sun’i gündemleri çok şükür geride bıraktık. İçişleri Bakan Yardımcısı Bey gerçek gündemi hatırlatarak ne güzel söyledi: “Hiç kimseye devletimizin gücünü sınamayı tavsiye etmiyoruz...”

Kimileri devletimizin gücünü sınıyor, kimileri sınama oyununa girmek için ısınıyor, bir başka kimileri ise sınamak isteyenlere fırsat sunuyor. Kim bunlar derseniz; dış güçler, dış güçlerin içerideki uzantıları-yardakçıları-işbirlikçileri, beşinci kol faaliyetçisi odaklar, vesayetçiler, teröristler, terörle irtibatlılar, terörle iltisaklılar, terörle ve teröristle hiç ilgisi olmasa bile bilerek veya bilmeyerek, olmadı isteyerek, belki de isteyebilemeden teröre yardımcı olacak şeyler yapanlar, Allah muhafaza iktidarı eleştirmek suretiyle zayıflatıp maamafih devleti ve filhakika koskoca bir milleti yok etmek isteyenler, küreselciler, faiz lobileri...off, bir milyon mihrak daha var da, saymaktan yoruldum. Büyüklerimiz her geçen gün birer birer ifşa ediyorlar, sıralı tam listeyi oradan takip edebilirsiniz.

Bakınız, yaklaşık üç yıl önce, Samsun’da üniversite okuyan bir kız öğrenci, nişanlısı olan Cumhuriyet Savcısı ile tartıştğı için telefonlarına çıkmamak suretiyle savcının gücünü sınıyor. Bırakın savcıyı, en düşük memurumuzun bile bir düğmesini koparmanın cezası altı aydan başlıyorken savcı beyimizi üzmek ne demek? Polis ekibiyle hanım kızımızın kaldığı yurda gece yarısı ziyareti gerçekleşiyor ve bu ziyaret, yukarıda saydığımız mahfiller tarafından “yurt baskını” şeklinde lanse ediliyor. Halbuki, adam nişanlısının durumundan endişe etmiş ve tamamen güvenlik tedbiri kabilinden oraya gitmiş...

İki yıl önce Diyarbakır’ın bir ilçesinde görevli bir savcımıza halı sahada oyun oynatmamak için organize olmuş 14 öğretmene ne demeli? Okuyucuların dikkatine: Halı saha kenarında over-clock yapan bu 14 öğretmen, hemen gözaltına alınıp beş dakikada polise teslim edilmiştir. Sınanan devletimiz, akabinde o savcının tayinini ilçeden şehir merkezine almak suretiyle gücünü göstermiştir.

Bir kaç ay önce, iktidarın gayrıresmi ortağı olan partiye mensup bir milletvekili, Ankara’da bir cenaze törenine katılmak için Hacı Bayram-ı Veli Camii’ne gitmiş. Araç park edilmesinin yasak olduğu alanın başında belediyenin güvenlik görevlileri arabayı içeriye alamayacaklarını söyleyince vekil bey arabadan inip yürümeye başlamış. Kendisinin ve emrinde çalıştığı vekilinin, dolayısıyla partisinin ve dopdolayısıyla ortakları oldukları iktidarın gücünün test edildiğini anında fark eden yaman şoför, adeta Susam Sokağı’ndaki Bay Müzik isimli karakterin, sözleri “sür sür arabanı, gez sokakları, keyifli neşeli tasasız çıkar, hayatın tadını” olan şarkısını hayata geçirip, arabayı güvenlik görevlisinin doğrudan üzerine sürerek, makam arabasında tecessüm etmiş olan devlet gücünü bilvesile göstermiştir.

Geçtiğimiz hafta, Ordu’da bir savcının park etmiş arabasının camına bir not iliştirmek ve sileceklerini yukarı kaldırmak suretiyle devlet gücüne maruz kalma lütfuna erişmiş bir vatandaşımız oldu. Yahu, türküsü bile var; “Ordu’nun-pardon savcının- silecekleri, baksa yukarı baksa... Verir seni mahkemeye, medya üstüne kalksa, yetkilim ammaaan...”

Her daim 18 yaşında olan devlet cevvaldir, gücünü her zaman gösterebilir. Hele yeni bir anayasa ile kuvvetler ve gençler birliği sağlansın, o zaman görün gücü...

Link: 

“Cumhurbaşkanımızın talimatıyla...”

 


Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen ve dünya üzerinde emsali bulunmayan yönetim şekline geçtiğimizden beri duymaya alıştığımız bir kalıp var: “Cumhurbaşkanı’mızın talimatıyla...” Büyüğünden küçüğüne her hükümet görevlisi, görevi gereği yapması gereken işler hakkında bilgi verirken, yapacağı işleri sayarken sözlerine bununla başlıyor. Deprem yerine yardıma gidenlerden, yangın söndürmeye gidenlere, tesis açılışı yapanlardan, halka müjdeler açıklayacak kişilere kadar pek çok kişiden duyuyoruz. Saraya şirin görünmek için mi, yapılacak işin sorumluluğunu üzerine almamak için mi, yoksa her ikisinin karışımı bir motivasyon mu söz konusudur bilemiyoruz.

Dediklerinde samimilerse ve görev tanımları gereği ifa etmeleri gereken rutin işleri için bile talimat alıyorlarsa çok fena. Onlarca bakanlık, yüzlerce müsteşarlık, 81 il ve bine yakın ilçe teşkilatı var. Her birine yapacağı işler için talimat hazırlama işi için en az 1500 çekirdeklik kafa işlemcisi lazım. Daha partinin MKYK, disiplin ve benzeri kurullarını saymadım bile. Talimatları uygulayanların yerlerine, sadece emirle hareket eden robotlar konulsa aynı işi yapar. Yok, böyle değil de, Cumhurbaşkanı’nı ümmetin her derdiyle alakadar gibi göstermek için bunu söylüyor olabilirler. O zaman da yaptıkları işlerde kötü sonuçlar çıkması riskinin farkındalar mı acaba?

Belki de “talimat” maskesinin arkasına sığınıp yaptığı işlerde “la yüs’el” olmak isteyenler vardır. Nitekim,  gerçek bir hayat hikayesinden alınmış, 2017 yapımı Der Hauptmann/Yüzbaşı isimli bir filmde 2. Dünya Savaşı sonlarında Alman ordusundan kaçmakta olan bir er, yolda bulduğu yüzbaşı kıyafetlerini giydikten sonra kontrolsüz bir şekilde güç kullanmaya başlar. Etrafa, doğrudan Führer’den aldığı talimatları uyguladığını söyler, tutuklu askerleri katliama tabi tutar.

Talimat işi aslında çok iyi. Düşünsenize, bir talimatla işsizliği indiriyorsunuz, başka bir talimatla enflasyonu. Keza, döviz kurlarını da talimatla frenleyip, faizi de indirebiliyorsunuz. Adeta “rent e kar”la alınmış bir değnek var, o değnekle René Descartes gibi “düşürüyorum, öyleyse varım” diyorsunuz. Yabancı sermayenin ülkeden kaçtığı, merkez bankası döviz rezervlerinin eridiği, yerli paranın değerinin gün geçtikçe eridiği, kiraların katlandığı, benzin, elektrik ve doğal gazın zamlandığı, fiyatı dövize bağlı ithal yem, ilaç ve hammaddelerin maliyetlerinin arttığı, köprü ve otoyolların ücretlerinin resmi enflasyon rakamlarının çok üstünde bir oranda güncellendiği bir yerde marketler fiyat indirme talimatını “düşürüyorum öyleyse kârım” diyerek karşılar mı bilmem...

En temel gıda maddelerinin bile artan fiyatları vatandaşı ciddi sıkıntılara soktu. Ülkenin bu duruma gelmesinde sadece bankalar, marketler, aracılar ve dış güçler mi sorumlu? Sermaye kaçtığı için paranın maliyeti artıyor, bankalar parayı kıstığı için yatırımlar yapılmayıp istihdam azalıyor, aracılar kârını şişiriyor, marketler aralarında anlaşıp fiyatları yükseltiyor, öyle mi? Ülkenin demokrasi, hürriyet, şeffaflık ve liyakat gibi endekslerini düşürüp yabancı yatırımcıyı kaçırtan kim? Bütün sermayeyi betona gömen, ithal tüketimi teşvik edip üretimi ve ihracatı bitiren, yerli paranın değerini düşüren kötü ekonomi yönetiminin hiç mi suçu yok? Meselenin özüne odaklanmadan sadece sonuca bakıp hüküm vermek, kurşun yarasından ölmüş biri için “iç organlar kendilerini koruyup kan kaybını durdursalar ölüm olmazdı” demek gibi bir şey...

Halka ucuz ekmek ve bedava süt dağıtımı yapmak isteyen belediyeleri engellemek isteyen devlet, yükselen gıda fiyatlarının ateşini söndürmek için PTT aracılığıyla yağ satışı yapacakmış. Bildiğim kadarıyla PTT’nin online satış yaptığı bir kanalı zaten vardı, yani yeni bir şey değil. Yağlar ne kadar ucuz olacak ve nasıl temin edilecek onu şimdilik bilmiyoruz. Normal zamanında kargo teslimatlarında sıkıntılar yaşatan PTT, ucuz yağ sebebiyle artacak olan teslimatları nasıl yapacak, merak ediyorum. 

Bir internet ticaret sitesi aracılığıyla siparişini verdiğim bir ürün, 23 Aralık 2020 tarihinde Sakarya’dan PTT Kargo’ya verilmiş, ertesi günü İstanbul’a ulaştığı halde, adresime teslimi 8 Ocak 2021 tarihinde müyesser olabilmişti. Konuyu Jules Verne’nin “Seksen Günde Devr-i Alem” hikayesiyle bağdaştıran bir şikayet metnini şahsi blog sayfamda yayınladıktan sonra Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’ndan bir yetkili (bakan danışmanı olduğunu söylemişti), sağolsun, bana ulaştı ve PTT Kargo adına özür diledi. Bu arada, bedava dağıtılacağı söylendiği zamanlarda PTT’den maske siparişi vermiştim ancak hala gelmedi! Ucuz yağ siparişi verecekler bir daha düşünsün derim...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/cumhurbaskani-mizin-talimatiyla_536148

Aşı’kanlık Sistemi ve Adalet Momenti

 

Aşı'kanlık Sistemi ve Adalet Momenti

Dünyayı kasıp kavuran Covid-19’la daha etkili mücadele edebilmek için sabırsızlıkla beklenen aşı’kanlık sistemine geçişler başladı.

Bütün umutların ve kuvvetlerin tek bir noktada toplandığı bu sistemde aşı,“kol”luk kuvvetlerinin de desteğiyle adeta “bu fakir kardeşinize verin yetkiyi, virüse karşı mücadelede görün etkiyi”, “en az 0.4 mililitrelik bir doz verin, bu iş huzur içinde çözülsün” ve “antikor üretimini bana bırakın” gibi akıl çelici sloganlarla kendine taraftar topladı. Aşıların pahalı olduğu eleştirilerini de “ihtiyattan tasarruf olmaz” vecizesiyle karşıladı. 

Pek çok ülke, gücüne göre aşı tedarik edip uygulamaya koyuldu. Ülkemizde aşı tedariği ve uygulanması süreci, maske dağıtım işine benzemeye başladı. “Bugün başlıyor”, “yarın başlanacak”, “gelecek ay kesin başlarız”, “Mart’a kadar 27 milyon kişiyi aşılarız”, “aşıyı beğenmezsek parasını vermeyiz, anlaşmayı ona göre yaptık”, “50 milyon doz Çin’den, 25 milyon Almanya’dan geliyor”, “ilk aşamada 3 milyon geldi, peyder pey gelmeye devam edecek”, “günde bir buçuk milyon kişiye aşı vurabiliriz”, “10 günde 800 bin kişiye aşı vuruldu” gibi günü kurtarmayı hedefleyen ve çelişkilerle dolu açıklamalar yapılıyor. 

Bizim de millet olarak aklımıza şu sorular takılmadı değil: Türk tipi aşı’kanlık sisteminde bir aşının halk meclisine girebilmesi için yüzde on barajını aşı’ması yeter mi, yoksa yüzde 50 +1 formülü mü geçerli? Bir kısmı Çin’den, bir kısmı Avrupa’dan getirilerek yapılan itti’vac (aşıların ittifakına itti’vac denir, buradaki vac eki aşının İngilizcesi olan vaccine kelimesinden geliyor) başarılı olabilecek mi? Beğenilmezse ödeme yaptırmayacak olan Çin menşe’li aşı kendine çok güvendiğinden mi bunu söylüyor yoksa bu güvenceyi vermezse satış yapamayacağından mı korkuyor? Başka ülkelerin aşıları neden böyle bir teminat vermiyor? 

2020’nin son günleri de olsa aşıların ilk partisi memleketimize geldi. Sağlık çalışanları ve yüksek risk grubundaki kişilerle başlanacağı söylenirken bir de baktık ki ilk parti aşıdan adaleti ve kalkınmasıyla meşhur bazı partililer ve ittifak ortakları da nasiplenmiş. Çin aşısı mevzu-u bahis olunca “Çoğu Derinpek”gillerin fırsatı kaçırması düşünülemezdi tabiî... Hatta bir dönem siyasî mevkilerde bulunmuş olup şu anda kendilerine aktif bir görev verilmeyen ve sosyal medyada trollük yapma peşinde koşan bazı kişiler de aşı olmuş. 

Adalet Momenti

Fizikte, atalet momenti denilen bir mefhum vardır. Kısaca, “bir cismin açısal hız değişimlerine karşı gösterdiği direnç” şeklinde tanımlanır. Konunun anlaşılması için genellikle bir buz pisti üzerinde kendi etrafında dönme hareketi yapmak isteyen patenci örneği verilir. Patencinin kolları yanlardan vücuduna yapışık veya başınının üstünde yukarı kaldırılmış (dönme eksenine yakın olacak şekilde) olduğunda dönme hızı, kolları veya ayaklarından birini yanlardan yere paralel olacak şekilde açarak yaptığı dönme hızından daha fazladır. Bir partinin, merkezine yakın noktalardaki kişilerin “aşısal” hızlarının büyümesi de “adalet momenti” ile alâkalıdır. 

Kuvvetin döndürme etkisi anlamına gelen moment, adalet ile birlikte kullanılınca kuvvetli olanın adaleti kendine doğru döndürmesini ifade eder. Adalete moment kazandıran kişi, muhalifi olan siyasetçilere, işine gelmeyen şeyler söyleyen veya yapan akademisyenlere, avukatlara, doktorlara, mühendislere velhasıl kafasını bozan herkese ve her şeye aklına gelen her türlü hakareti rahatlıkla sıralayıp, onları işbirlikçilik, hainlik, teröristlikle suçlayabilir. Hakaret ve suçlamalara maruz kalan taraf onu mahkemeye çoğunlukla veremez, verse bile adalet momentçisi ifade hürriyetini ve eleştiri hakkını kullanmıştır, dâvâ hemen düşer! Meselâ bir bakanın bir gazeteciye “alçak” ve “uşak” demesi eleştiri hürriyeti kapsamında değerlendirilip, aynı bakana “kel” demek suç sayılabilir. 

Muhalif siyasetçi ve gazetecilere yönelik hakaret ve tehditler bir yana, yaralamaya kadar varan saldırıları/linç girişimlerini “tepkisel” diye vasıflandırarak önemsizleştirip, “bunu hak edecek ne yaptık diye kendilerini sorguluyorlar mı?” derken, kendileri ve yandaşları için edilmiş en ufak imalı iğnelemeleri dâvâ konusu yapıp cezalar yağdırmak... İşte bunlar, hep “adalet momenti” eksenli bakış “aşı”sının tezahürleri...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/asi-kanlik-sistemi-ve-adalet-momenti_535733

Gamepad

 

Ahmet'in gamepad'i

Benim gamepad’ım tv de harika çalışıyor ama tek bir sıkıntısı var oda worms zomne gibi uygulamalarda gamepad çalışmıyor:                                                                                                                                                                                      

 Ve worms zomnne uygulamasın da biraz kötü çalışıyor. Ama ben sanırım bunu tamir edeceğim.Yinede farklı kullanılıyor. Bu yüzden tamir etmesini babama yani Sayın :adnan nacir: beye tavsiye ederim.

 >YAZAN< Ahmet nacir 887931’i ararsanız Ahmet’i aramış ve bulmuş olursunuz

 Paraglafı okuduğunnuz için teşekkürler:

NOT: Bu yazıyı, sekiz yaşındaki oğlum yazdı ve sayfada yayınlanmasını istedi. İmla hataları mazur görüle... Cevabım: Bütün oyunlarda düzgün çalışan gamepad, tek bir oyunda sıkıntı çıkarıyorsa oyundan veya oynayış şeklimizden şüphelenmemiz gerektiği kanaatindeyim. Tamirlik bir durum olmadığı gibi yenisinin alınması sözkonusu bile olamaz, teklif dahi edilemez! Ayrıca irtibat telefonu olarak bırakılan numaradan kendisine pek ulaşılabileceğini sanmıyorum... Daha iyi bir "numara" bulmalısın Ahmet! ;)

Öne Çıkan Yayın

Gözlükler

  İbrahim Özdabak Karikatürü   “Artık önümüzü göremiyoruz” sözünü ilk duyduğunuzda aklınıza: “Tabii canım, nasıl adım atacağımızı şaşırdık...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: