Bu Blogda Ara

Arşiv

Biz Gaza Yeteriz...


biz gaza yeteriz

21 Ağustos Cuma günü, bir kaç gün öncesinden “verilmesiyle karşı karşıya kalınacağının tahmin edildiği” müjde resmen duyuruldu: Karadeniz’de doğal gaz bulundu! Arama yapılan yer Akdeniz’di, gözler oraya kilitlenmişken sevinçli haber Karadeniz’den geldi. Ak dediler kara çıktı... pardon, o başka bir şeydi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat yaptığı açıklamada 320 milyar metreküp civarında büyüklüğü olan bir rezervden bahsedildi. Müjde verileceğinin müjdesi verildikten bir gün sonra Reuters, bir Türk yetkiliye dayandırdığı haberinde bulunan gaz miktarının 800 milyar metreküp olduğunu geçmişti. Reuters’ın haberini kimse yalanlamadığına göre, aradaki 480 milyar farkı birilerinin izah etmesi gerekmez mi? Uçtu mu yoksa denizin altında yirmi bin fersah derinliğe mi kaçtı? Biz daha çıkarmasak bile zaman geçtikçe azalıp duracak mı? Öyle bir durum varsa müjde açıklamasının daha fazla geciktirilmeden Cuma günü yapılması cidden çok isabetli olmuş. Allah muhafaza, Pazartesi gününe bırakılsa ve rezerv 100 milyar metreküpe inse ne yapacaktık, değil mi? 

Şu da mümkün galiba; Sayın Fahrettin Altun, Reuters’in haberinin yalan olduğunun gayet farkında olup sekiz ay sonra gereken cevabı verebilir, malum, yabancı kaynaklı haberlerin tepki sahamıza düşme süresi takribi sekiz aydır. Twitter hesabından yaptığı yumruk şeklindeki bir el resmi paylaşımı zannedersem buna işaret ediyor. Uyumayın muhalefet partileri, sekiz ay sonra “sizi bekliyorduk, siz neden sustunuz?” diyerek Fahrettin Bey yumruğunu size de gösterebilir, demedi demeyin...

Piyasaların Tepkisi

800 milyar metreküp miktarına göre kendi hazırlayan piyasalar, neredeyse üçte biri denecek bir rakam açıklanınca iyimserliğini kaybetti. Borsa düştü, döviz ve altın fiyatları anında yükseldi. Her seçim döneminde, yurdun değişik yerlerinde petrol ve doğal gaz bulunduğuna dair yapılan açıklamaların da etkisini hesaba katmak gerekir. Gazeteci Deniz Zeyrek, üşenmemiş ve o haberleri saymış: 2003 yılından beridir, muhtelif seçim zamanlarında tam 30 defa buna benzer haberler yapılmış. Hadi bir-iki çalışmada beklenen sonuç çıkmadı diyelim, tamam, sizin hatırınız için 10-15 olsun. Geri kalan tespitlerden sonra hangi çalışmalar yapıldı ve ne sonuç elde edildi, bilen var mı? Kamuoyunda oluşan intiba, böyle açıklamaların seçim için yapılan yalan haberler olduğu yönünde. Bu defa yalan olmasa bile piyasalar temkinli yaklaşıyor. 

Müjdenin açıklanmasının öncesinde heyecanı artırmak ve dikkatleri çekmek için çok uğraştı iktidar. Bakanlar açıklama yaptı, cari açığımızın kapanacağını söylediler(bari açığımız olduğunu söylemeselerdi, bilmiyorduk ki biz açığımız olduğunu...), ekonomik sıkıntılarımızın biteceğini müjdelediler(ekonomik sıkıntı mı var? Yok canım, olsa duyardık), ithal doğal gaza dünyanın dolarını vermeyeceğimizden bahsettiler(hayda, dolarla bizim işimiz oluyor muydu ki?).  Eksen değişecek dediler. Eksen değişir mi? Değişir, lafı bile var; ekersen bağ olur, ekmezsen dağ olur. Ne eksen onu biçersin. Bakınız, çok değil, bir sene önce Trakya bölgesinde 20 trilyon metreküp doğal gaz bulunduğu müjdesi verilmiş. Eksen değişirdi ama ekmemişsen geçmiş olsun! Belli ki ekmemişiz! Bugün açıklanan rakamın neredeyse 60 katı, 300 sene bize yetebilirdi. Bir daha baksak bulamaz mıyız acaba? Bugün bulunduğu açıklanan Karadeniz gazının sekiz sene önce de bulunduğu söyleniyor çünkü...

Hesaplar, hesaplar...

Herkes tutuştu hesaplar yapmaya; çıkarmak kaça mal olur, kaç senede çıkar, tamamını çıkarabilir miyiz, yabancı firmalar çıkarsa kaçta kaçını alır diye... Ben hiç dert etmiyorum. Dünya kamu ihaleleri liginde ilk on listesine giren müteahhitlerimiz var ya, ihale muhtemelen onlara verilir, onlarca yıl işlettikten sonra devlete vermek şartıyla. Hangi parayla yapılacak derseniz, o kolay, İçerideki kamu bankalarında ne para kaldıysa oraya aktarılır, muhtemelen yetmyeceği için hazinenin kefil olduğu dış borçlar bulunur. İşletme süresi boyunca da doğal garanti verildi mi, tamamdır. “Biz gaza yeteriz” diyen vatandaşın cebinden garantiler ödendikten sonra, devletin kasasından bir kuruş çıkmamış olur, ne güzel. İnsanların kafasında “2023 yılına yetişir mi?” endişesi var. Onun hesabını da Bahçeli usulü yapabiliriz: Rezerv kaç, 320 milyar m3. İktidarın ikinci ortağı Bahçeli olduğu için sonuna 2 rakamını koyarsak 3202 elde ederiz. Bu rakamı tersten oku, al sana 2023...

Hahahaber-Ev Sahibine Kontrol Kalemi Soran Elektrik Ustası Ortalığı Karıştırdı!




HAHAHABER

Ev Sahibine Kontrol Kalemi Soran Elektrik Ustası Ortalığı Karıştırdı!

İstanbul Esenler’de oturan İsmail K., evinin elektrik tesisatındaki bir arıza için bir elektrik ustası çağırdı. Eve servise gelen Tahsin E. ev sahibine “kontrol kalemi var mı?” diye sorunca ikili arasında gerilimli bir tartışma başladı. Elektrik akımından başlayıp ideolojik akımlar ve felsefi eksende devam eden tartışma ev sahibinin gösterdiği dirençle hızla şiddete dönüştü. Can kaybının yaşanmadığı olay sırasında bazı lambaların patladığı görüldü.

“MALZEMESİZ USTA OLUR MU?”

Ev Sahibi İsmail K. karakolda verdiği ifadesinde şöyle dedi: “Bir usta yanında malzemesini getirmez mi? Su tesisatçısı anahtar sorar, kornişçisi merdiven ister, boyacısı kova peşinde… Yahu kardeşim, o Doblo’larınızın arkasında ne taşıyorsunuz siz? Seramik kesme aleti benim evde ne arar? Gittiği evde ‘kontrol kalemi var mı?’ diye soran elektrikçiye güvenilir mi? Malzemesiz usta olur mu? Bunu sordum Tahsin Usta’ya... Bana ‘diyalektik materyalizm’ falan deyince, bir anda tepem attı, ‘yanında elektrik materyalini taşımayan adam diyalektik materyalizmden söz edemez’ deyip şalteri kaldırdım. O sıra lambalar patlayınca birbirimize kafa göz daldık… ”

“ÜRETİM ARAÇLARININ MÜLKİYETİNİ TARTIŞTIK”

Tahsin Usta ise olayda bir kusuru olmadığını söyledi. Aslen, İsmail Bey’le yaşadıkları olayın, üretim araçlarının mülkiyeti konusundaki problemlerin bir yansıması olduğunu ifade etti. Tahsin Usta sözlerine şöyle devam etti: “Aslında işçi sınıfının genel problemleri bunlar. İsmail Abi ile de üretim araçlarının mülkiyetini tartıştık, o sırada onun kayış koptu, olanlar oldu… O sırada yenge hanım bir çay getirse belki tartışma büyümeyecekti. ‘Yaklaşan çaydanlığın verdiği heyecanın diyalektik materyalizme etkisi’ konusunda Umut Sarıkaya’nın tespitini biliyorsunuz…” 





NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . .

Buzdolabı-buz doları-boz doları!


buz dolabı-boz doları


Dolar’ın ekonomimiz içinde çok mutena bir yeri vardır. Daha doğrusu, istenildiği zaman istenilen en kullanışlı yere konulabilmesi gibi bir hususiyeti vardır.
Dahil olduğu işlemin türüne ve işlemi gerçekleştiren aktörüne göre değişen doların bazı fonksiyonları:

Yutan eleman: TL’ye karşı değeri 10 kuruş bile artsa, bütün emtia fiyatlarının bundan etkilenip katlanarak artacağına ve ekonominin çökeceğine inananların dolara atfettiği özelliktir. Genelde muhalefet iktidara karşı bu özelliği kullanmaya çalışsa da, iktidar da muhalefet, dış güçler veya iç-dış her türlü mihrakın etkisiyle doların fırladığını ve bütün felaketlerin sebebinin bu olduğunu iddia edebilir.

Birim eleman: Dolar ile TL arasındaki birim ilişkisini idealize ederken “bir dolar eşittir bir TL olacak” diye hedef gösterenler bu özelliği kullanır.

Etkisiz eleman: Dolar kurundaki değişimlerin ortalama bir vatandaşın hayatını etkilemediğini iddia edenlerin kullandığı özelliktir. “Sofrada dolar mı yiyip içiyorsunuz kardeşim?” veya “Ekmeği dolarla mı alıyorsunuz? Size ne dolardan?” benzeri sorular sorup dururlar.

Japonya örneği

Doların hangi seviyede olmasının ekonomi için azamî fayda getireceğini belirlemek uzmanlarının bileceği bir şey. Genelde, dolar karşısında kendi parasının değerini düşük tutan Japonya örneği verilir. Velâkin, Japonya teknolojik değeri çok yüksek ürün ihracatı yapan ve o ürünlerin imalatı için dışarıya bağımlı olmayan bir ülke. Yani kendi kaynakları ile ürettiği teknolojileri satarken değeri yüksek olan döviz girdisi sağlamış oluyor.

Bizde ise öyle mi? Çeşitli müdahalelerle, piyasa şartları gereği alması gereken değerin altında seyrettirilen dolar ilk başta ihracatçıları vurdu. Üretim için aramal ve hammadde ithalatına bağımlı olan üreticiler, yeterince kazanamayacaklarını anlayınca bitmiş ürün ithal edip içeride satmayı daha kolay buldular. Doların uluslar arası genişleme yaşadığı yıllarda ucuz ucuz para da geliyordu ve tüketime alışan milletimiz, memleketi bir ithalat cennetine çevirdi. Kendi kendine yeten az sayıdaki ülkelerden biriyken iğne-iplik ve buğday-saman gibi aklınıza ne gelirse ithal etmeye başladık.

Dolar ve terörist

Yöneticilerimiz dolar meselesi ne zaman gündeme gelse farklı tutumlar aldı. Tulumbada su bitti dediler, beka meselesi dediler, TL’ye operasyon çekiliyor dediler, dolarını boz oyunu boz diye çağrı yaptılar, dolar alan kişileri terörist ilân ettiler... Operasyon çeken kimdi, nasıl çekti ve neden bizi bu kadar etkileyebildi gibi önemsiz detayları vermediler, ama millet de ne yapsın, bozdukça bozdu elindeki dolarları. Dışarıda yabancı sermayeyi dâvet etmek için seminerlere katılıp “burası çok önemli” başlıklı sunumları yaparken içeride haçlı zihniyeti ile savaştan dem vuruldu. Bir yandan “Dolarsa ne olur, dolmazsa ne olur...” derken diğer yandan doların ateşini düşürmek için Merkez Bankası rezervleri kullanıldı.

Geçen hafta, İçişleri Bakanlığı valiliklere yazı göndermiş: “terör örgütleri döviz bozdurabilir, dikkatli olun” diye. Teröristleri, aralarında yaptıkları telefon ve telsiz konuşmalarına kadar dinleyebilen bir içişleri bakanlığımız var. Ama genelde seçim zamanında dinleyebiliyor anladığım kadarıyla. Teröristler hangi partiyi destekleyeceklerini telsizle haber veriyorlar birbirlerine. Karar vermekte zorlanıyor olmalılar ki anca böyle seçime yakın zamanlarda kararlarını netleştirip bildiriyorlar. Dolar meselesinde de telsizlerini mi dinlediler bilmiyorum, ama erzak stoklarının son durumlarını bilecek kadar konuya hakimseniz gidip onları tutuklayın, bitsin gitsin! Yoksa vatandaş olarak kafamız karışır bizim, her gün değişebildiği için terörist tanımını aklımızda tutmakta zorlanıyoruz malûm; döviz alan mı terörist, bozduran mı? Sayın Soylu, terörist damgası yememek için dolar bozdurmaktan vazgeçip, doları düşürmeye katkı vermemek suçundan yine terörist muamelesi görmeyelim sonra....

Kur bu, çıkar da iner de!

Bugün geldiğimiz noktada, para birimimizin dolar karşısında rekabetçi yapıda olduğunu öğrendik, hamdolsun. Kur bu, çıkar da, iner de! Dolarla mı maaş alıyoruz canım, neden etkilenelim dalgalanışından... Sayın Bakan’a ben de bir slogan tavsiye etmek istiyorum: “Dolarla mı yaşadım ki bad-dolarlarla öleyim!” Çok şükür, hangimizin evinde buzdolabı yok ki? Buzdolabı ile bu meselenin ne ilgisi olduğunu soranlara sadece şunu söylemek istiyorum: Doların ateşi çıktıysa nasıl söndürülür? Cevabı “veni-vidi-vici” gibi: Buzdolabı-buz doları-boz doları!

Ekonomimizin uçuşa geçeceğine dair itimadım tam. Galata Kulesi restorasyonu boşuna yapılmıyor. Hezarfen Ahmet Çelebi gibi ekonomimiz de kanatlarını takıp Galata’dan uçacak inşallah. Tek aklıma takılan, ekonomimizde ağırlık yapan Hezar-garanti Yap-İşlet-Devret projeleri...

Terciih, Allahuekber!

YKS’ye girmiş olanların, üniversite tercihleri üzerinde kafa yorduğu şu günlerde gençler için çok iç açıcı olmayan bir haber gördüm, özeti şöyle: 2018 yılından başlayıp 2020 başlarına kadar gelen 21 aylık bir süre zarfında yüksek öğrenim görmekte olan gençlerin 1.2 milyonu okulunu terk etti.
Okul terkleri farklı sebeplere dayansa da en önemlisi ekonomik sebepler. Kolay değil, en az dört sene muhtemelen başka bir şehirde ikamet ederek okumaktan bahsediyoruz. Kirası-faturaları, yemesi-içmesi, kitabı-defteri gibi en zarurî kalemlerin (ha, bir de kalem kalemi var değil mi?) yekûnu düşünüldüğünde ortalama bir gelir seviyesindeki bir aile için bile katlanılabilmesi zor, ciddî meblâğlarda bir masraf anlamına geliyor. Keyfe keder masraflar veya özel üniversitesi harç ücreti bu hesapların içinde bile değil. Hele, lisede okurken ve liseden sonra üniversite kazanıncaya kadar ödenen dersane-kurs ücreti hiç dahil değil.

Neredeyse ilkokuldan başlayan üniversiteye hazırlık süreci içinde gençler hayatlarını ipotek ediyorlar. Sosyal hayatları sekteye uğruyor, ilgi ve yeteneklerini keşfedip oraya yönelemiyorlar. Bir spor dalıyla uğraşma, bir enstrüman kullanmayı öğrenme, bir hobi ile ilgilenme gibi erken yaşlarda yapılırsa anlamlı olabilecek faaliyetlerde bulunma imkânı olmuyor çoğu kişinin.

Peki, mezunlara sağladığı iş imkânları, öğrencilere kazandırdığı beceriler, eğitim-bilgi donanımı gibi yüksek tahsilden beklenen getirilere bakıldığında, maddî ve manevî pek çok bedeli yıllar boyu ödeyen gençler ve ailelerinin tatmin olduğunu söyleyebiliyor muyuz? Üniversitelere bakıyoruz, son yıllarda mantar gibi sayıları arttı maşallah... Açılan her bir üniversite bir kampus anlamına geliyor, kampus de imara açılacak genişçe alanlar... Dev bina inşaatları ve özellikle ihaleleri, hükümetimizin en sevdiği şeylerden. Tabiî, bünyesinde barındırdığı akademik ve idarî kadroları ile pek çok yandaş istihdamı için elverişli bir şey üniversite. Akademik yayınları yerine attıkları tweetlere bakarak istihdam yapılırsa akademik başarının ne kadar yükseleceğini varın siz hesaplayın. Arsası-imarı, kadrosu-mimarıyla bu kadar kazandıran üniversitelerde okuyan gençler, kazandıklarına çok sevinirlerken öğrenim süresi boyunca da işsizlerden sayılmıyorlar, daha ne olsun... Gel de, milyon tane açma!

MÜLÂKATTA ÇAKIYORLAR!

Üniversite mezunu olmak, artık çok daha fazla kişinin ortak olarak paylaştığı bir özellik olunca, özel şirketler, işe alacakları kişilerde belli üniversitelerden mezun olma veya diplomanın yanında bazı özel sertifikalara sahip olma şartı arıyorlar. Devlet memurluğu desen, kimin atanacağı belli. Onlardan değilsen, yazılı sınavdan 95 de alsan, mülâkatta çakıyorlar 60’ı, eleniyorsun. İtiraz hakkın da yok.

Ne kadar çalışırsa çalışsın, boşta kalmamak için yazmış olduğu üniversitenin kendisine, beklediği katkıyı sunamayacağını, okulu bitirdikten sonra diplomalı işsizler ordusuna katılacağını anlayan gençler maalesef gelecekleri ile ilgili ümitlerini kaybediyor. Diploma sahibi olup vasıfsız kimselerin çalıştığı işlerde çalışmak istemiyorlar. Aslına bakarsanız, işyeri sahipleri de diplomalı kişileri vasıfsızlık gerektiren işlerde çalıştırmak istemez, çünkü o işi kerhen yapacaklarını bilir. İlk fırsatını buldukları anda da işi terk edeceklerinin farkında olur. Kibarca “biz altın arıyoruz, ama siz elmassınız, bize fazla gelirsiniz” diyerek başvuruları reddeden patronlar var. Para, emek ve gençliklerini harcayıp, bunları yapmayan kişilerin bile kendilerinden daha avantajlı durumda olabileceklerini gören gençlerin bir kısmı, maalesef bundan kaçınmak için öğrenimlerini yarıda bırakıp kaçıyorlar.

DEMEDİ DEMEYİN

Öte yanda, parti mensubiyetleri veya parti yöneticilerine yakınlıkları sebebiyle en kârlı ihaleleri alanlar, büyük büyük kamu kurumlarının büsbüyük makamlarına getirilenler, yağlı ballı maaşlardan ikişer üçer tane alanlar, lüks araba ve evleriyle sosyal medyada arz-ı endam edenler, on günlük bebeklerine kına partisi düzenleyen, şatafatlı kutlamalarını milletin gözüne sokan mesture hanımlar, sığır eti yerken peçete yerine ağzını kâğıt para ile silen görgüsüzler, jakuzisinden verdiği görüntüde fakirlere “ulan, pis fakirler” diye seslenen gençlik kolu başkanları...

Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün, İstanbul’un fethini müjdeleyen hadis metnine benzeyen ve siyasî bir figüre işaret eden bir pankart göze çarpmıştı. İster misiniz, jakuzisinde keyif yapan adama da Abdulkadir-i Geylani’nin (ks) meşhur kıssasını uyarlasınlar? Şöyle bir şey olur her halde: Jakuzisinde uzanan Jakûzî hazretlerinin yanına giden gençler sorarlar: “Biz diplomalarımızla işsizlikten kırılıyoruz, sen burada keyif çatıyorsun...” Jakûzî hazretleri jakuziye seslenerek “kombi iznillah” der ve hemen oracıkta o lüks jakuzi basit bir kombiye dönüşür... Peygamberimizin (asm)hadisini istismardan korkmayanlar, evliyanın menkıbesini gözünü kırpmadan çevirir, inanacak kişiler çıkarsa hemen dolaşıma sokar, demedi demeyin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/terciih-allahuekber_525823

Ekonomiye "Ranttan" Yayınla Devam Ediyoruz....

Ekonomiye ranttan yayın
Bir zamanlar, istenen bir bilgiye herhangi bir zamanda erişmek bugünkü kadar kolay değildi.
Güncel havadis gazetelerden takip edilebiliyordu. Televizyondaki kanal sayısı da, haber bülteni sayısı da bugüne nazaran çok daha azdı.

Tabiî, canlı yayınlar da muhtemelen maliyetleri ve gerektirdiği ekipman-yetişmiş eleman sayısıyla alâkalı olarak çok daha azdı. O zamanlar canlı yayın denmiyordu, naklen yayın deniyordu. Naklen Arapça kökenli bir kelime olduğundan mıdır bilmem, özel kanalların ortaya çıkmasıyla yerini “canlı” tabirine bıraktı. Gerçi, Arapça yayın yapılan kanallarda canlı yayın için naklen kelimesi kullanılmaz. (Bir keresinde, Ramazan Ayı’nda, bir iftar sırasında televizyon izlerken bir arkadaşım, Arapça okuyabildiğini bize ispatlamak için “mübaşir kanalını açsanıza, Kâbe’yi gösteriyor” demişti. Mübaşir kelimesinin kanal ismi olmadığını ve canlı yayını ifade ettiğini öğrenince de bozuldu biraz.)

Seksenli yıllarda, devre arasında 15 dakika reklâm değil, “hafif müzik”yayını yapılırdı futbol maçları yayınlarının. O zamanlar pop müzik denmiyordu ve başında “şimdi Türkçe sözlü hafif müzik yayınımızla devam ediyoruz” ya da sonunda “yabancı sözlü hafif müzik yayınımızı dinlediniz” gibi bilgilendirici anonslar yapılıyordu. Evet, müzik, televizyondan da yayınlansa dinlenen bir şeydi. Futbol maçları televizyon ve radyodan ücretsiz bir şekilde yayınlanıyordu. Canlı verilmeyen maçların banttan yayınlandığı da oluyordu. Sonucunu bilmediğimiz bir maçı banttan izlerken bile heyecanlanabiliyorduk, ama “banttan” ifadesi maça bakışımızı değiştiriyordu. Banttan yayınlanan bir maçı izlerken sesli bir şekilde futbolculara televizyon başından direktif vermeye kalkamazdık meselâ.

ORHAN AYHAN...

Aynı anda televizyon ve radyodan canlı yayınlanan bir maçtaki yayınlar arasındaki senkron farkı bile bazıları için tahammül edilebilir değildi. Radyo yayını, televizyon yayınının bir kaç saniye önünden gidiyordu genellikle ve bu durum benim için anlaşılmazdı. Gökyüzünde çakan şimşeğin önce aydınlığı sonra sesi geldiğine göre görüntü sesten daha hızlı olmalıydı ve görüntülerin en azından o senelerde  ışık hızı ile iletilmediğini yıllar sonra öğrenecektim. Radyo spikerlerinin maç anlatımı daha heyecanlı oluyordu, süsü, abartısı eksik olmazdı. Görmüyoruz ya, adam ne dese inanacağız!  “..orta yuvarlağı sol iç boşluğunun beş metre kadar gerisindeki Orhan, ceza yayı ön çizgisinin sekiz metre kadar önündeki arkadaşına pası atabilse rakip kalede çok büyük bir tehlike oluşturabilecekti, ama kademede Ayhan...” şeklindeki anlatımıyla Orhan Ayhan, hayal dünyamızın sınırlarını zorlardı. Mesafeyi nasıl ölçtün, biz kafamızda nasıl canlandıralım, Ayhan kademeye girmişse gerçekleşmemiş bir pozisyonu neden bize anlatıyorsun gibi deli sorular gelirdi akla. Bir de kendine has hızlı, fakat anlaşılabilir konuşması yok muydu... Televizyonla radyoyu aynı anda açıp televizyonun sesini kısarak görüntüyü ekrandan, sesi radyodan takip etmişliğim vardır. Anlatımını daha çok beğendiğim radyo spikeri acaba bizi mi yiyordu?

Velhasıl, teknik imkânlar ve maliyetler ölçüsünde “naklen” ya da “banttan” yayın yapılırdı. Daha fazla nostalji isteyen, İbrahim Sadri’nin “Kuş Hatıraları” isimli şiirini dinleyebilir.

***

Yıllardan beri var olan ekonomik sıkıntılarımız her fırsatta başka ve daha pahalı borçlarla ötelenmeye çalışılsa da problemler birikerek bir balon gibi şişiyor. OHAL dönemi boyunca baskılanan iflâslar ve konkordatolar fırsatını bulduğu ilk anda peşpeşe gelmeye başladı, demokrasi, insan hakları, ifade hürriyeti, kuvvetler ayrılığı, denge-denetim mekanizmalarının işlemeyişi gibi temel sorunlar sebebiyle yabancı sermaye ülkemizden kaçıyor. Dış borçlarımız 500 milyar dolara yaklaştı. Üstüne, dünya ekonomi devlerine bile diz çöktüren virüs meselesi çıktı. Merkez Bankası net döviz rezervlerinin eksilere düştüğü yazılıp çiziliyor. Dolar yedi, euro sekiz liralara dayanmış, ölçülenle hissedilen enflasyon arasındaki makas gittikçe açılmış. İşsizlik had safhada. Virüs sebebiyle turizm gelirlerinde büyük daralma olacak. Her işimiz ithalata bağlı, katma değeri yüksek bir üretimimiz-ihracatımız yok.

Ne var peki, betona gömülen paralar var... Sahil kenarlarını betona bulama, orman alanlarına tarım arazilerine imar izni verme, Avrupa’nın, dünyanın, güneş sisteminin en devasa binalarını şehirlere dikme var. 250 bin dolarlık emlâk alımı yapan yabancılara bedava vatandaşlık veriyoruz. Katar’la aramızdaki ilişkiler hatırına kendilerine tarla olarak sattığımız arazilerin planını değiştiriyoruz, bir anda değeri 10 katına fırlıyor. Yemyeşil Karadeniz yaylalarını turizme kazandırma adı altında satıp satıp tahribine göz yumuyoruz.

Kısacası, ekonomi yönetiminde “aklen” yayını çoktan bitirdik, “ranttan” yayınla devam ediyoruz...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekonomiye-ranttan-yayinla-devam-ediyoruz_524937

Öne Çıkan Yayın

Şair Tüikî

Bu haftaki misafirimiz, şiirlerindeki serbest ölçüsü ile meşhur olmuş Şair Tüikî... Her ayın 3. günü yayınladığı şiirler toplumun bütün ke...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: