Bu Blogda Ara

Arşiv

Himmet Dedevleti


Himmet Dedevleti

Benim adım Himmet. Himmet’i bir tek milleti olan, tek başıma küçük bir devletim. Yaşımdan dolayı bana “Himmet Dede” diyenler, “dede” ile “devlet” kelimelerini birleştirerek “Himmet Dedevleti” diye bir isim uydurmuşlar. Bir nevi küçük şahsım cumhuriyeti olarak düşünebilirsiniz. Cumhuriyet dediğime bakmayın, başkanlıkla yönetiliyorum. Kendi iç işlerimde serbestim. Sabit ve tek başkan, tek Himmet, tek millet, tek devlet modeli var bende. Karar alma mekanizmalarım çok hızlı çalışır. İstediğim hızla verdiğim karardan dönebilirim, ümmetin benim dönüş hızıma yetişememesi gibi bir problemim yoktur. 

Kendi OHAL’imi kendim ilan edebiliyorum, icap ettiğinde kendimi karantinaya alıyorum. Çağrı yapıldığında yastık altında ne kadar dövizim varsa şaaak diye bozduruyorum. Önce doları sonra büyük oyunları bozuyorum. Yardım kampanyaları duyurulduğunda “kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede” demeden, yardıma koşanların en önünde ben oluyorum. 

Süreç Çok İyi Yönetiliyor...

Dış işlerimde ise büyük Şahsım Devleti’ne bağlıyım. Sağolsun, ne zaman ödeme ve yükümlülük söz konusu olsa hemen bana rücu eder. Onun da işi zor, bakmayın, benim gibi seksen milyon küçük devletçik daha var buralarda. Hangi birimize yetişsin, değil mi ama? Her birimiz kendi başımızın çaresine bakabilrsek o da rahatlar aslında. Zor zamanlar geçiriyoruz, ekonomik sıkıntılar, afetler, salgın falan... Ama bu salgına, iyi ki merkezinde büyük başkanın bulunduğu başkanlık sistemi ile yakalandık! En zor ve en hayati kararlar anında alınıyor. Süreç çok iyi yönetiliyor, hamdolsun.
Bütün iyi ve güzel kararları başkanımız veriyor, hepsinin duyurusunu da o yapıyor. Canımızı sıkan haberlere konu olan uygulamalar, çevresindeki adamlardan geliyor. Duyunca hemen düzeltiyor, sağolsun. Bugünlerde onu fazla göremiyoruz nedense. 

Düşmanları hiç bitmediği gibi, boş da durmuyorlar. Bir ara patatesçiler durup duruken fiyatları yükselttiler. Soğancılar soğanları depolara sakladılar ki millet soğan yemesin. Allah’tan bütün depolarına girildi ve bütün stokları dağıtıldı da, milletimiz rahat bir nefes aldı. Sonra marketçiler fırsatçılığa soyunup fiyatlara zam üstüne zam yaptılar. Tam ekonomiyi rayına sokmuşken yapılacak iş miydi Allah aşkına? Şimdi de piyasalarda para bitti deniyor. İyi de güzel kardeşim, para bittiyse bu bankaların suçu! Bankalar parayı etrafa dağıtırlarsa bütün finansman meselelerimiz hallolur. Dünya kadar havaalanı, hastane, köprü, yol falan yapıldı. Devletin cebinden bir kuruş para çıktı mı? Çıkmadı. Onların parasını vermek bize düşer elbet. Az-çok demeyelim, herşeyi de devletten beklemeyelim kardeşlerim. 

Maskede Yaşa Takılanlar!

Başka devletler maskeleri para ile satarken biz ücretsiz alıyoruz, kıymetini bilelim. 65 yaş üstü insanlarımızın ayağına maskeleri ve kolonyaları gönderildi. 20-65 yaş arası vatandaş-devletçikler olarak her gün işe gidip gelmek zorunda olanlarımız marketlerde, otobüslerde maske takmak zorunda. Çok şükür, maske satışı yasak, bedava verecekler. Onun için PTT’den başvuru yaptık, yetmedi e-devletten başvuru yaptık, herhangi bir şey gelmedi. En son eczaneler verecek dendi, cep telefonlarımıza kodlar gelecekmiş, o kodlarla eczanelerden alabilecekmişiz. O kod da gelmedi! Acaba diyorum, maske konusunda yaşa mı takıldık? Bedava geleceğine güvenerek zamanında maske almadık. Kod geldiğinde eczaneye maske ile gitmek lazım, maskesiz olduğumuz için maske almaya gidememek çok acı olacak. Bakın, bu dramdır! 65 yaş üstü vatandaşlardan rica ediyorum; yahu evden çıkmanız yasak, maskeyi ne yapacaksınız? Maskede yaşa takılanlara verin gitsin! Biz bize yetelim, öyle değil mi? 34 yabancı ülkeye her türlü tıbbi malzeme yardımı da gönderdi büyüklerimiz, itibarımızı yükselttiler sağolsunlar. Bakın şu yabancı ülkelere yapılan ihsana... sıra gelince bana, para göndermem gerektiği söyleniyor verilen İBAN’a...

Maya Felaketi

Üst üste felaketlerin yaşandığı 2020 olarak Maya Takvimi’ne göre felaket yılında mıyız bilmiyorum ama marketlerde maya bulunamaması felaketinin tam ortasındayız. Kendi ekmeğimi yapayım dedim, yaş-kuru hiçbir mayayı marketlerde-bakkallarda bulamadım. Ben bana yeterim sandım, ben benden betermişim onu anladım. Beterin beteri var, haline şükret dostum. Yıllardır mutluluğun her gün peşinden koştum. Daha birçok derdimi ben size anlatmadım, genç yaşta saçlarımı boşuna ağartmadım...

Neyse, bu salgın işlerinin biteceği ve maskelerin düşeceği günü sabırsızlıkla bekliyorum...


Komple Teoriler...


Komple Teoriler
Yiğit Özgür Karikatürü


Etrafta olan biten olayların, herkesin algıladığından farklı bir şekilde cereyan ettiğini, arkasında kimsenin aklına gelmeyecek karmaşık işlerin döndüğünü iddia etmeye komplo teorisi kurmak deniyor. Bu senaryoları kuranlar, en küçük ve alakasız bilgileri bile teorilerini desteklemek için kullanabilirler. Hatta, iddialarının tam tersi argümanları bile kendi lehlerinde kullanabilirler. Böyle teorisyenlerden birine, mesela desen ki “falanca ülkenin sırf bize zarar vermek için geliştirdiğini söylediğin şey, onların kendisine bizden daha çok zarar verdi, buna ne diyeceksin?” şöyle cevap verebilir: “adamlar, yaptıkları belli olmasın diye, bilerek kendilerine zarar veriyor, tabii...”

Komplo teorilerinin gücü, mümkün olan ihtmallerden seçildikleri için yanlışlanabilirliklerinin mantıki olarak zor olmasında yatıyor. Halbuki “bir delilden, bir emareden neş’et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yok” kaidesince kaale alınmamaları gerekir. İstanbul trafiğinde seyreden bir aracın her an bir kazaya karışması ihtimal dairesinde diye, buluşacakları yere arabasıyla gelecek arkadaşının kaza geçirip ölmüş olduğunu düşünüp kahır çeken kişiyi düşünün. Üzüldüğü şey bir ihtimal ve o ihtimal hiç gerçekleşmemiş olsa bile, buluşacağı kişinin telefonu birtakım sebeplerden dolayı ulaşılamaz durumda ise, gel de anlat adama... Komplo teorisi, büyük resmi görme veya vehim, adına ne derseniz deyin, somut bir delilden beslenmediği sürece adamı paranoyakça hallere sokar.

İddialar iddialar...

Coronavirüs hadisesinde de komplo teorileri havada uçuşuyor. İlk ortaya atılan iddia ABD’nin öteden beri ticaret savaşı içinde olduğu Çin’i bitirmek için, virüsü laboratuvar ortamında geliştirip biyolojik saldırı maksatlı ortaya saldığı şeklindeydi. Çin sınırlarını aşan virüs Avrupa’yı kasıp kavurmaya başladı, ardından ABD’ye de sıçradı. Bu iddia böylece boşa çıktı diye düşünebilirsiniz ama ortaya atanlar, ABD’nin aşıyı virüsten önce çıkardığını, ortalık iyice karışıp aşıya olan ihtiyaç ayyuka çıktıktan sonra piyasaya süreceklerini öne sürüyor.

Karşı iddiacılar durur mu, onlar da virüsü Çin’in geliştirip dünyaya saldığını, Çin’in asıl maksadının ABD başta olmak üzere bütün dünya ekonomisini çökertmek olduğunu söylüyor. Gerekçe olarak Çin’in tamamında değil de belirli bölgelerinde virüs vak’alarının görüldüğünü gösteriyorlar. Hadi bakalım, buna ne diyeceğiz?

Bir başka iddia, işin içinde siyonistlerin parmağı olduğu yönünde. Cuma gecesi gece yarısına iki saat kala açıklanan sokağa çıkma yasağı ile birlikte marketlere koşan ve ne alacağını bilemeyip torbalarca cips-kola alanları görünce bu iddiayı görmezden gelemedim doğrusu. Bu görüştekiler İsrail’de görülen virüs kaynaklı ölümlerin nüfuslarına oranla başka yerlere göre daha büyük olmasını nasıl açıklıyor bilmiyorum.

Techorona

En uçuk teorilerden biri virüsün 5G teknolojisi kaynaklı olduğu ve onunla yayıldığı şeklinde. İddiaya göre dünya üzerinde virüsten en çok etkilenen yerler, 5G teknolojisinin geliştirildiği ve uygulandığı bölgeler. Allah’tan, G’lerden sadece dört buçuğu bizde kullanılıyor öyle yırttık diyeceğim ama bizim de durum ortada. Biz neyse, biraz da olsa yaklaşmışız 5G’ye, İran’da da mı 5G var? Teknoloji “techorona” çomak sokmak isteyenler kimler? Yoksa bu iddianın altından eski NOKIA’cılar mı çıkacak acaba?

Sosyal Medyafe

Komple bu teorisyenlerin anlamadığı şey şu, dünya ekonomisi ve küresel ilişkiler sebebiyle sistemler ve ülkeler o kadar bütünleşik hale gelmiş ki, birinde meydana gelen çökme, zincirleme bir etki ile bütün dünyada hissedilir. Çin çökerse dünya çapında bir üretim krizi yaşanır, Çin’in borçlu oldu ülkeler parasını alamaz, borsalar tepetaklak olur. Tabii ki kriz zamanlarında o durumu kendi lehinde bir fırsata çevirmek isteyenler çıkabilir. Sadece o istifadeye bakıp küresel komplonun altında o fırsatçıyı aramak komik olur. Komple teorilerden uzak kalmak isteyenler sosyal “medya”felerine dikkat etsinler, kaynağını ve delilini görmedikleri iddialara kulak vermesinler...

Virüsten Büyük Tedbirlerde Son Durum...

Maske kullanımı mecburi hale getirildi. Belediyeler bedava dağıtmaya başlayınca satışı yasaklandı. Marketler maskesiz müşteriyi içeri almıyor ama maske de vermiyor. Sokağa çıkma yasağı, başlamasına iki saat kala duyurulunca halk panik halinde marketlere hücum ediyor. Yasağın bir hikmeti de insan kalabalıklarının bir araya gelmesini önlemekti halbuki. Virüs virüs olalı böyle fırsat görmemiştir. Bu yazının yazıldığı sıralarda fırınların yasak süresince açık olacağı, kimsenin panik yapmaması gerektiği söylendi. Fırınlar açık olacak ve ekmek üretecek ama biz evden dışarı çıkamayacağız, süreç çok iyi yönetiliyor çok...

Rabbim Affetsin, Milletim "Bağışlasın"

Rabbim affetsin milletim bağışlasın
 
Beşerî münasebetleri ve ticarî teamülleri zir ü zeber eden Koronavirüsü karşısında neredeyse bütün devletler ekonomik tedbirler aldı. Her ülke kendi çapına göre vatandaşına destek paketleri açıklamak mecburiyetinde kaldı.
 
Ülkemizde tutarı 100 milyar lira olarak belirlenen bir paket açıklandı. Hikmet, hükümetin karşısına çıkıp bütün ukulü hayret içinde meşgul eden şu üç soruyu sordu: Bu 100 milyar lira necidir, nereden geliyor ve nereye gidiyor? Yani, 100 milyar rakamına nasıl ulaşıldı? Bu paranın kaynağı nedir? En önemli soru: Bu para kimlerin cebine girecektir?

Başka ülkelerin paketlerinde kimin ne kadar yararlanacağı belli olmuş: Kanada başbakanı vatandaşlarına “siz parayı, elektrik, su vb faturaları düşünmeyin” dedi, gelirini kaybeden insanlara dört ay boyunca 2000 dolar destek vereceğini duyurdu. Almanya, serbest çalışanların hesabına 5000 euro yatırdı, işyerlerine 15.000 euro tutarında yardım edileceğini söyledi. Örnekleri çoğaltmak mümkün... Bizim pakette Hikmet Abi’nin sorduğu soruların cevabını hâlâ tam olarak bilmiyoruz. İnsanlara evden çıkmayın dendi, ama otellerdeki konaklama vergisi ertelendi. Seyahat acentalarının KDV oranları düştü, ama seyahat eden yoktu ve son kertede şehirlerarası yolculuklar da yasaklandı. Bazı işverenlere birtakım avantajlar sağlanacağı söylense de işin esas mağduru olacak çalışanlar için somut bir şey geçmiyor.

“Aldı Yedi Maaşımı...”

Her daim uçtuğu söylenen ekonomimiz maalesef işsiz ve gelirsiz kalacak, kirasını-faturasını ödeyemeyecek vatandaşlarına güvence veremedi. Üstüne, bütün vatandaşların dâvet edildiği yardım kampanyası düzenlendi. Devletin başı, İBAN numarası verdi, kendi de yedi maaşını bağışladığını duyurdu. Şimdi soralım sabit maaşla çalışan vatandaşa:

- Sen de verecek misin yedi maaşını? 
- Ohoo, çoktan aldı yedi maaşımı...
- Kim aldı yedi maaşını?
- Gelir vergisi yedi maaşımı, damga vergisi yedi maaşımı, işsizlik kesintisi yedi maaşımı, SGK kesintisi yedi maaşımı, enflasyon yedi maaşımı, yükselen dolar yedi maaşımı, faturalara gelen zamlar yedi maaşımı... Cümle cemil-i devletler “kendine iyi bak” derken bizimki kendine İBAN veriyor.

Bağış tarifesi

Gelirleri vatandaşın vergilerinden oluşan kamu kuruluşları bol keseden bağışlar yaptılar kampanyaya. Devlet dairelerinde, memuriyet kademesine göre değişen miktarlarda bağış yapılması için tarifeler belirlendiği ve memurlara bağış dilekçelerinin zoraki imzalattırıldığına dair haberler geliyor. IMF’ye borçlar veren, yabancı ülkelere karşılıksız yardımlarda bulunan, mültecilere 40 milyar dolar harcadığını söyleyen ekonomimiz bağış toplamaya başladıysa, önce Rabbim affetsin, sonra da milletim “bağışlasın”, ne diyelim...

Devletin kampanyasına yapılan bağışların kurumlar için vergilerden düşülebileceği söylendi, ama memurlar ve maaşla çalışanlar ne yapsın? Yaptıkları bağışlar gelir vergilerinden kesilecek mi? Vergilerden kesilecekse vergi gelirleri de azalacak demektir, gel de çık işin içinden. Aklıma ne geldi; yardıma muhtaç vatandaşlarımızı toplayıp Kanada ve Almanya vatandaşlığına geçirsek nasıl olur? Böylelikle bu dönemi kayıpsız kapatabiliriz.

Faturalar...

Elektrik ve doğalgaz sayaçları üç ay boyunca okunmayacakmış! Yaşasın… İşte budur, sosyal devlet budur! Ama durun bir dakika, fatura gelmeye devam edecekmiş! Önceki ayların ortalaması faturaya yansıtılacakmış. Pekiyi, bu fatura bize nasıl ulaşacak? Kapıya kadar getireceklerdir her halde. Diyorum ki, kapımıza kadar gelmişken sayacı da okusanız nasıl olur acaba? Sayaçlarımızda virüs olmasından mı korkuyorsunuz acaba? Vallahi de dokunmuyoruz biz o sayaçlara. Kış aylarında harcadığımız doğalgaz faturası ile bahar ve yaz aylarındaki aynı olmuyor malum. İşyerini bu süreçte kapatanlar ne olacak? Harcamadıkları gaz ve elektrik faturasını mı ödeyecekler?

Virüsle en etkili mücadele

Koca koca devletler koca koca ekonomik paketler açıklıyor, hastaneler seferber oluyor, askerî araçlar sokaklarda dolaşıyor, kısaca dünya diken üstünde. Bana sorarsanız, hiçbiri virüsle lâyık-ı vechile mücadele etmiyor. Bu konuda en başarılı kim biliyor musunuz? Uşak valisi. Kendisi bir hanım olduğu için valiye mi deniyor, halkına karşı tutunduğu koruyucu tutum dolayısıyla “valide” mi dense bilmiyorum. Ne yaptı biliyor musunuz? Uşaaak diye sosyal mesafeyi ayarladı, virüs şaşırdı. Uşaaak diye bir sosyal mesafe daha ayarladı, virüs “n’ooluyor?” demeye kalmadı, darmaduman oldu... İki Uşaaak’lık canın var, akıllı ol Korona!

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/rabbim-affetsin-milletim-bagislasin_516341

Coronaldo ve Corhona Gencebay


Coronaldo ve Corhona Gencebay

Virüs uzmanı bir ispanyol doktor "Bir futbolcuya ayda 1 milyon euro maaş veriyorsunuz. Bir araştırmacı hekime ise 1.300 euro... Corona virüse karşı ilaç bulması için Ronaldo'ya gidin" demiş. Bu söz üzerine Ronaldo’yu bulup virüsle ilgili görüşlerini aldık:

Ben Ronaldo, “Corona virüsüne fısıldayan adam” diye bilinirim. O yüzden bana Dr. Coronaldo da diyorlar. Virüse karşı dünyanın en etkili önlemini ben aldım, gittim bir ada kiraladım ve oraya yerleştim. Kendi çapımda bir OHAL ilanı yani... Siz de benim gibi yapın ‘ada’m gibi tedbir alın, rahat edin. Adalarda virüs gelmez bizlere, aman Allah gözlere dikkat edin gözlere... Ada almak göze gelmenize neden olabilir, aman diyeyim... Ada almaya gücü yetmeyen insanlar için virüsle konuştum, aklınıza gelebilecek sorları sordum. Onunla yaptığımız röportaj şöyle: 

Sayın virüs, size nasıl hitap edelim?
Corhona Gencebay diyebilirsiniz. Herkesi hasta ederim ama ben de Orhan Gencebay hastasıyım.

Corhona Bey, sizin için laboratuvarda üretildi, dünyayı karıştırmak için birilerinin geliştirdiği proje diyorlar, doğru mu?
Ben topraktan bir canım, senin gibi... Yaradan doğ demiş ben de doğmuşum, hücreye gir demiş seni bulmuşum. Ne yazık dünyada pandemik olmuşum, ibret-i alemi görmemek ziyan...

Algı yönetimi yapıldığını söyleyen, bütün bulaşmaların planlı olduğunu düşünen o kadar insan var ki... Onlara ne demek istersiniz?
Kabahat sende değil, sana bulaşanda... Algı yönetimini bilmem de, benim bulaşmam daha çok salgı yönetimi ile ilgili... Temas çok önemli. Dışarı bakıyorum, “bu ne dünya kardeşim, gezen gezene...” diyorum. Ne Wuhan ister bu virüs gönlüm, ne bir köşk ne de saray... Bulaşabileceğim bir konak yeter bana. Temizliğe dikkat edenlere bir sözüm var: yazıklar olsun, yazıklar olsun... hijyenin böylesine yazıklar olsun! Kola kolonya dökene yazıklar olsun! 

Kendinizden biraz daha bahseder misiniz?
Ben daha ne çile, dertlere yolcuyum, ben tacına virüs yazılan kader mahkumuyum. Fark etmez yaşamak, siz mesut olun yeter... Ben sizin içinizdeyken canlıyım, dışarıdayken beni canlı bile kabul etmeyenler var, “bırakın da yaşayalım, hasretiz biz yaşamaya...” diyorum.

İnsanlar senden korkuyor...
Nerde tacı bükük bir virüs görsen, hor görme kim bilir ne derdi vardır. O garip tacında ne sırlar gizli, belki senin gibi RNA’sı vardır. Madem yaşamaya geldik dünyaya, benim de her canlıda bir hakkım vardır. Sevmiyorsan, hor görme bari, benim de senin gibi Allah’ım vardır!

İnsanlara zarar vermiyor musun?
Hangi canlıya el attık da, ilk başta kurumadı ki, hangi bünyeye sevsin diye kul olmadık ki... Aylar yıllar geldi geçti RNA’mız uyuşamadı, gönlümüzce bir mutasyona uğramadık ki… Her solunum cihazından bir tecrübe, bir fikir aldık. Öyle vak’alar gördük ki, şaşırdık kaldık. Karantina yordu bizi, hayale daldık, hayalde de mutasyonu bulamadık ki... Yani, mutasyon geçirip birlikte yaşamanın yollarına bakıyoruz. Öğreniyoruz yavaş yavaş. Bunu yaptığımızda “sana gelen dertler benim, ömrüm senin, senin olsun...” şarkısını söyleriz. 

Yani insanların ölmesini istemiyorsun, öyle mi?
Yok abiciğim, benim hayatım da sizin hayatınıza bağlı, siz öldüğünüzde ben de ölüyorum neticede. Sizin hayatınızı takip ediyorum, yanlış mı aklımda kaldı: tansiyon 12, nabız 90… içim ürperiyor, ya evde yoksan! Mevsim bahar olunca, aşı damara dolunca, bağışıklık kazanılınca, birlikte yaşamak ne güzel!

Bir şey diyeyim mi, kral virüsmüşsün vesselam!
Eee, boşuna takmadık bu tacı…

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Yaşlı-genç her insana bulaşabilirim ve şu anda herkes için tehlikeliyim. Yaşlı insanlarınızı dışarıda gördüğünüzde sanki hastalık sebebi onlarmış gibi saygısızlık yapmayın. Bir sözü olan bana gelsin! Ben de vazifem bitince köşeme çekileceğim, o zamana kadar sakının benden...


Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/coronaldo-ve-corhona-gencebay_515776

VSYM: Virüs Seçme ve Yerleştirme Merkezi

VSYM
 
Ülkemize giriş yapan Koronavirus maalesef gün geçtikçe yayılıyor.
Her hal ü şart altında ayrışmayı ve siyasi/ideolojik çatışmalar yapmayı başarabilen bir millet olarak, bu virüs salgınında da ayrışacak hususlar bulduk, kavgasız kalmadık maşallah... Senin virüsün kötü benim virüsüm iyi yarıştırması yapılıyor adeta. Virüsün yayılmasının sebebini sadece umre ziyaretine giden vatandaşlarımıza mal eden mi ararsınız, camiye ve abdestli insanlara virüsün yaklaşamayacağını iddia edip, Diyanet’in kararına rağmen camilerde imamlarla kavga ederek cemaatle namaz kılmak isteyenler mi... Haddinden fazla panik yapanlar ile hiçbir şeyi umursamayanlar bir arada yaşıyoruz işte.

Koca bakanın Meclis’te verdiği bilgilere göre 1 Mart sonrası yurtdışından 372 bin kişi gelirken, umre ziyaretinden dönenlerin sayısı ise 21 bin. Bu hassas zamanda yurtdışının neresinden olursa olsun gelen herkesin sıkı tedbirlerle kontrol altında tutulması gerekirdi. VİP girişinden geçip kontrolden kaçan kişilerin haberi çıktı, acaba bütün virüsler eşit, ama bazıları daha eşit miydi ki? Karantina uygulamasından kaçan umreciler haberleri de çok konuşuldu. Hele Erzurum’a doğru gitmekte olan umre yolcularının Samsun’da yakalandığı haberini duyunca önce Samsun’a ayak basıp millî mücadele başlatacaklarını ardından Erzurum ve Sivas’ta kongre düzenleyeceklerini düşündüm. Neyse ki, o işin aslını Habertürk’te Mehmet Âkif Ersoy 18 Mart tarihli köşe yazısında açıkladı, öyle ilk yansıdığı gibi değilmiş.

İşin Aslı

Umreden dönenlerin karantina merkezlerine henüz alınmadığı ve sağlık taramasından sonra kendi evlerinde 14 gün beklemeleri istendiği tarihlerde İstanbul’a giriş yapan kafile, aynı gün Erzurum’a uçak bulunmadığı için bir sonraki günkü uçakla gönderilmek isteniyor. Bir sonraki gün ise artık umreden dönenlerin karantina merkezlerinde toplanması kararı çıkmış olduğu için bindirildikleri uçaktaki yolcuların şikâyeti üzerine uçaktan indirilip THY tarafından otobüslere bindirilip gönderiliyorlar. Korku, panik yanlış yönlendirme gibi sebeplerle polis, kafilenin yolunu Samsun’da kesiyor ve olay “karantinadan kaçan umreciler kıskıvrak yakalandı” şeklinde haberlerle gündeme yansıyor.

ASLINDA SAYI...

Virüs ile ilgili resmî bilgilendirmeyi Sağlık Bakanı yapıyor, ama görünen o ki rakamların gizlendiğine ve yavaş yavaş açıklandığına dair bir inanış var. “Falanca hastanede/bakanlıkta çalışan bir tanıdığım var, gerçekte binlerce insana bulaşmış, ölü sayısı da çok fazla, ama gizliyorlar” tarzında cümlelerle başlayan ve kaynağı/doğrulaması belli olmayan ses kayıtları whatsapp gruplarında dolaşıyor. Test sayısındaki eksikliğimiz böyle iddiaların prim yapmasına sebep oluyor. Halbuki testler her sağlık merkezinde yapılabilse ve şeffaf bir şekilde test sonuçları anında açıklansa, kimse hurafelere meydan bırakmaz. Hangi bölgede ne kadar bulaşma hadisesi olduğu canlı olarak izlenebilse vatandaş da ona göre tedbirini alır. Paniği arttırmamak ve farkındalığı yüksek tutmak adına sadece sayılar veriliyor, ama bu da bazılarının paranoya seviyesinde teyakkuzda durmasını sağlarken, bazılarının  varlığını henüz tam olarak hissetmediği virüs meselesini hafife almasına sebep oluyor. Yani, birilerinin duvardaki bütün küçük çatlakları eliyle kapatmaya uğraştığı ve başka birilerinin de kapıyı açık tuttuğu bir oda düşünün. Bu odayı sıcak tutmak mümkün olur mu?

İstediği kişideki virüs varlığını inkâr edebilenlerin olduğu ve virüsler arasında seçme yapılan bir yerde, Allah’tan virüs testlerini VSYM (Virüs Seçme ve Yerleştirme Merkezi) gibi bir kurum yapmıyor! Bu testleri VSYM yapsa ne olurdu?

• Muhtemelen dört negatif sonuç bir pozitif sonucu götürürdü.
• Teste katılanlar “istediğimiz virüsten başlayabilir miyiz?” diye sorardı.
• Yarım saat süren testin ilk 30 dakikasında ve son 30 dakikasında çıkmak yasak olurdu.
• Ortadoğu Başarı Puanı olarak herkese 100 puan verilirdi.
• Test kitapçıkları kan gruplarına göre A, B, AB ve 0 olarak sınıflandırılırdı.
• Birileri testten önce DNA kalıplarını çalıp kendi adamlarına verirdi...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/vsym-virus-secme-ve-yerlestirme-merkezi_515194

Öne Çıkan Yayın

Şair Tüikî

Bu haftaki misafirimiz, şiirlerindeki serbest ölçüsü ile meşhur olmuş Şair Tüikî... Her ayın 3. günü yayınladığı şiirler toplumun bütün ke...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: