Bu Blogda Ara

Arşiv

ÇAYİP: Çay İçme Partisi


ÇAYİP: Çay İçme Partisi

Bir zamanlar, ormanın derinliklerinde, Fizan gibi, uzak mı uzak bir ülkede yaşayan, küçük, sevimli mavi yakalı çalışanlardık. Fizan’ın bugün çöl olduğuna bakmayın, imara açılmadan önce oralar hep dutluktu.

 Grubumuz üç kişiden oluşuyordu. Günün birinde, terlerimizin aka aka iyice laciverde boyadığı, renginden yaka silktiğimiz yakalarımızın mavisinden kurtulmak için gömlek değiştirmeye karar verdik ve bir parti kurduk. Mavi yakalı olarak çalışırken en sevdiğimiz şeyler, her gün saat üçte verdiğimiz mola ve o saatte yaptığımız çay partisi olduğu için kurduğumuz partiye Çay İçme Partisi (ÇAYiP) adını verdik. 

Partimizin adına uygun bir yönetim anlayışımız oldu, çizgimizi hiç bozmadık. 3Ç(çamur, çirkef, çukur) + 3A(adaletsizlik, aldatma, adam kayırma) + 3Y(yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) şeklinde ifade ettiğimiz ve 3 parantezine alındığında 3(Ç+A+Y) olan sihirli formülümüz her zaman geçerli oldu. Bir demlik çayı tek şekerle (kıtlama yaparak) içtiğimizden sloganımız: tek bardak, tek şeker, tek demlik! (Buna salise diyor ve üç parmakla gösteriyoruz) Gördüğünüz gibi 3 sayısı partimizin sembolü oldu. Bir diğer sloganımız da “üç olsun güç olmasın” mesela...

Devasa büyüklükte çay kazanları yaptırdık. Bir trilyon maliyeti olan çay kazanının ihalesini 5 trilyona bizim yakın bir arkadaşa verdik. Sağolsun, iki trilyonu hediye olarak bize verdi. Kazan ihalemiz böylece kazan-kazan modeliyle hayata geçti. Ahali mest oldu dev kazanları görünce. Eee, o kadar büyük kazan yapılınca çayların da içilmesi lazımdı, içme garantisi verdik. Masalara devamlı çaylar bırakılıyor, “ister iç ister içme, parasını vereceksin!” dedik vatandaşa.

Bizim zamanımızda 3 şey arttı:

Cehalet: Eğitim sistemi ile o kadar oynadık ki çocukların kafası karıştı. Bir sene sınav koyduk, ertesi sene o sınavı 3 yıla yaydık, sonra komple kaldırdık. Müfredatı ve okul tiplerini değiştirdik. ÇAYİP’çi arkadaşlarımıza okullar yaptırdık bol bol. Velilere “okulları biz yaptırdık, onları koruyacak olan sizlersiniz” dedik. Onlar da elini taşın altına koysun biraz, değil mi ama? Memnun olmayan varsa da istediği özel okula gitsin. Tahsil seviyesi düştükçe oylarımızın arttığını gördük. Bizden habersiz, bir şekilde eğitim almış kişiler de yurt dışına çıkıp oraya yerleşti, biz de rahat ettik. Bir de bize ne üretip sattığımızı soranlar var, kardeşim adam ihraç ettik işte, maşallah hangi ülkeye gitsen bizden adam var artık...

Fakirlik: Eldeki malları tek ek sattık, parasını yakınlara dağıttık bu sefer de para bitti. Yükledik vergileri çalışan kesime, nasıl olsa kaçışları yok gariplerimin. Fakirlere iş vermedik ama yardımlar veriyoruz hamdolsun, ne ölüyorlar ne de ayağa kalkabiliyorlar. Bizden başkası gelirse o yardımları keseceklerini söyleyip bağlıyoruz işi. 

İhtilaf: Sevinçler bölündükçe çoğalır derler... Biz de halkımızı çok sevince durmadan böldük. Onlar bölündükçe bizim oylar çoğaldı. 

Japonlara atfedilen bir mantık var: “Bir işi herkes yapabiliyorsa ben de yapabilirim. Hiç kimse yapamıyorsa ben yapmalıyım”. Bizim üretimle ilgili düşüncemiz şudur: bir malı veya hizmeti üreten biri varsa üretsin, biz kendimizi yormayız, parasını verir alırız. Dikkat edin, paramız var ki alıyoruz. Kimsenin üretemediği şeyi de biz nasıl üretelim? 

Oylarımızı artırmak için dini, milli, maddi ve manevi her şeyi kullanıyoruz; bazen cehennemle korkutuyoruz, bazen cennetle müjdeliyoruz(dünyada ziraati beceremeyince ahirette beraat vaat etmek lazım tabii...) Düşmanları gösteriyoruz, aman ha bizi yemesinler diyerek milliyetçi duyguları harekete geçiriyoruz, her fırsatta milleti övüp egoları şişiriyoruz. Sayemizde kazanan adamlara, daha fazla kazanabileceklerini söyleyip  tamah etmelerini sağlıyoruz. Herkese çay dağıtıyoruz. Millete öyle gündemler veriyoruz ki, kendileriyle uğraşmaktan bize bakmaya fırsatları kalmıyor. 

Son olarak, sevgili Fizanlı kardeşlerimin 3(Ç+A+Y) partisi olarak üç aylarını tebrik ediyor, aşk ile bağlı olduğumuz çay işinde gönüllerine bir kez daha talip olduğumuzu hatırlatıyorum...

Bill Eyyy Geyyyts!



Bill Eyyy Geyyyts
Bilişim sektörünün öncü isimlerinden Bill Gates, geçenlerde şöyle bir açıklama yaptı:"Bir gün ineklerin bağırsak hareketleri hakkında konuşacağım hiç aklıma gelmezdi. İnekler, bakterilerin metan gazı biriktirmesine neden oluyor ve sıra dışı mideleri var. Bilim insanları, ineklerin 100 ile 200 litre kadar metan gazı çıkardığını söylüyor. Bu da bir arabanın bir günde yaydığı metana neredeyse eşit." 

Açıklamanın manidarlığı zamanlamasında; hemen öncesinde Tarım bakanımız AB ülkeleri içinde sığır varlığı en yüksek ülke olduğumuzu söyledi. Adeta bir dış “Mihraksoft” edasıyla hayvancılığımızı hedef alarak söylenen bu sözlere cevabı tabii ki ben veremem. Şöyle bir cevap verecek birini tanıyorum:

Eyyy Geyyyts! Sen kimsin ya? Bu kadar senedir inekler vardı dünyada, herhangi bir zararları olmadı da durup dururken şimdi mi zararlı olmaya başladılar? Etinden-sütünden, derisinden-tırnağından, kısaca ölüsünden-dirisinden sayısız fayda elde ettiğimiz hayvanlardan ne istiyorsun? Yoksa zahiren hayvanlara yapıldığı görünen bu saldırıda esas hedef ülkemizin yöneticileri mi? Açık konuş!

Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Yahu dünyanın en zengin adamısın işte! Milyonlarca kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsız köylüyü, çiftçiyi, ineği karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmasın! Sen değil misin dışkıdan elde edilen suyu içen, insanlara bir damlacık saadeti çok gören… Anlamıyor musun beyim, bu insanlar inek eti seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi, açık kaynak kodlu yazılımları, paylaşmayı tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum. Hıh! Sen, büyük patron, milyarder Bill Gates! Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm! Ben, Büyük Usta! Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde bir GNU lisans kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi Bill, ne ineklerimize, ne de suyumuza hiçbir şey yapamayacaksın. (Son cümlede anlatım bozukluğu var ama Usta’lara saygı babından düzeltilmedi, editoryal bir sıkıntı değil yani…) 

Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi! Çünkü biz birbirimize parayla pulla, sabanla pullukla, lisansla-sözleşme ile değil, sevgiyle bağlıyız! Biz öyle bir memleketiz ki, refahımız arttığı için et fiyatlarımız yükseliyor. Çöpleri karıştırıp artık yemekleri toplayan insanlarımızın 4 dairesi olabiliyor. Ucuza sebze alabilmek için insanlarımız bir buçuk kilometrelik varlık kuyruklarına giriyor. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık çiftçilerime! Dokunma ineklerime! Dokunma damadıma! 

Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir hesap makinesini bile düzgün kullanmamış olan ben, Büyük Usta, hiç düşünmeden hackler dururum seni! Anlıyor musun, Hacklerim ve dönüp loglara bakmam bile!

Tanket Çadırları

Anketlerde manipülasyon var denilerek, anketçilere güvenilmediği dile getirildi. Anketlerin ilk sonuçları tarlada-özür dilerim-sokakta başka, televizyonlardan basından insanlara ulaştığında başka ise, aracı kurumlar burada rakamları şişiriyor, kimse kusura bakmasın. Bence hemen devlet bu işe el atmalı ve Tanzim-Anket işine girilmelidir. Buna kısaca Tanket de diyebiliriz, tanzimin tan’ı ile anketin ket’ini birleştirdim. An itibariyle “an” hecesi de ortak olunca böyle kısa ve güzel bir isim ortaya çıktı. Nasıl işleyecek? Belediye açacak bir çadır, vatandaş gelip kime oy vereceğini söyleyip kendini kaydettirecek. “Tuhaf işler bunlar, adamı fişler bunlar” demeyin, en doğru anket böyle yapılır işte… İnsanlar tabii ki kuyruğa girecek Tanket çadırlarının önünde. Anket firmaları da artık sinek avlarken şu şarkıyı nedamet eşliğinde söyler: “Anket firması anket firması kuyruğun nerede? Kuyruğum yok kuyruğum yok boğuldum derede”

Yurtta Sulh Ceza, Halı Sahada Sulh Ceza!

Telefonlarına cevap vermiyor diye kız arkadaşının kaldığı yurdu polisle basan savcıdan daha gelişmiş seviyede olan, halı saha maçında oyun saati konusunda tartıştığı öğretmenleri gözaltına aldıran savcı gündeme geldi. “Yurtta sulh ceza, halı sahada sulh ceza” prensibiyle hareket eden savcılar bunlar demek ki... Halı sahanın kenarına overlok yapmış olmalılar ki “hemen kavga çıkarılır, beş dakikada polise teslim edilir” kaidesi uygulanmış. Bu adamla aynı maçta oynamak bile tehlikeli olabilir, ya “bana bir çalım atanı 40 yıl içeri atarım” deyip oyun arkadaşlarını da içeri atarsa? Futbol topu bile dile gelse illallah der, türküye başlar:

“Aman savcı, vurma bana
Ben bu sahanın aybalam, mazlumuyam”

Yapay Beka ve Sebzelerin İnterneti...


Yapay Beka ve Sebzelerin İnterneti

Kamuoyunda Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, başkanlık, Türk tipi başkanlık gibi farklı isim ve tamlamalarla anılan sistem, denge-denetim mekanizmalarının eksikliği, meclis fonksiyonlarının azalacağı gibi endişeler eşliğinde, hazırlayıcı ve savunucularının yeni sıfatıyla andığı Türkiye’de, kendi deyimleriyle atı alanın Üsküdar’ı geçtiği gibi hayata geçti. 

Bu sistemi getirirken şikayet ettikleri konulardan biri, eskiden devlet işlerinde bürokratik işlemlerin çokluğuydu. Yeni sistemle bütün güçler tek elde toplanacak, en tepeden verilen direktifler anında işleme konacaktı. İstikrarın muhafaza edileceği ve koalisyonların bir daha gelmemek üzere devrinin kapanacağı vaat ediliyordu. Ekonomimiz şahlanacak ve hepimiz refaha erecektik. Gücünü katlayan devletin güvenlik derdi de kalmayacaktı. 

2019 mahalli idareler seçiminden önce aynı vaatleri tekrarladıklarına bakılırsa hala onları gerçekleştiremediler gibi görünüyor. Daha önce gayrıresmi ortakları olduğu herkesin malumu iken tek parti görünümleri vardı. Yeni koalisyon ortakları ile genel seçimlerin öncesinde ittifak kurdukları gibi belediye başkanlıklarını ve belediye meclis üyeliklerini bile paylaşıyorlar. Nerdeeen nereye, kimleeer, kimlerle beraber...

Elin ecnebileri, teknolojinin nimetlerinden faydalanarak kitleleri yönlendiriyor. Büyük veriler üzerinde analitik çalışmalar yapıyor ve seçmenleri nasıl manipüle edeceğine karar veriyor. Pekiyi, bizde her seçim aynı vaatleri yapıp, sonrasında gereğini yerine getirmemek nasıl kazandırıyor derseniz, Endüstrabia (4.0) kullanılıyor olduğunu söyleyebiliriz. Endüstrabia (4.0)’ın bazı başlıklarını şöyle sıralamak mümkündür:

Yapay Beka: Seçimden seçime ortaya çıkan bir konudur. Nasıl oluyorsa, ülkeyi yok etmek isteyen güçler ve onların işbirlikçileri seçim öncesini ve hemen sonrasını hedeflemektedir. Bir seçimde faiz lobisi, birinde bir parti, birinde bir başka grup insan... Bu seçim marketler, kabzımallar ve toptancılar terörist ilan edildi. Eczacılar da terörist listesine adını yazdırmak üzere, ona göre... Seçimler öncesi bombalar patlarsa kendilerine saldırıldığını söyleyip oylarını artırıyorlar. Patlamazsa, kendileri sayesinde huzur geldiğini iddia ederek, oy alamazlarsa huzurun bozulacağını öne sürüyorlar. Beka meselesine niçin ve nasıl maruz kalındığını ne hikmetse anlatmıyorlar, muhalefet milletvekilleri beka meselesinin Meclis’te araştırılmasını istedği teklifi reddettiler.

Sebzelerin İnterneti: Kısacası IoT. “Beleş İngilizce” hocamız Mr. Arnıld daha iyi bilir, onun alanına girmek gibi olmasın ama IoT’un ot kısmı sebze demek, i de internet. İnternet mecralarında sebze fiyatlarının pahalılığı ile ilgili paylaşımlar artınca tanzim satışlar ve internet üzerinden ucuz sebze alımının başlaması, sebzelerin internetinin bir yönüdür. Tabii, sebzelerin interneti deyince “biber güvenlik” meselesi de önem kazanıyor. Biliyorsunuz, Tarım Bakanımız açıkladılar; sığır varlığı olarak AB ülkeleri arasında birinciymişiz. Bu kadar sığırın ot yemek istemesi o otlar için güvenlik problemidir. Buna azami dikkat elzemdir. 

Ab-artırılmış Gerçeklik: Artırılmış, hatta artırılma hızı abartılmış gerçeklğe ab-artırılmış gerçeklik denir. Her seçim döneminde icat edilen iç-dış düşmanlar ve bunlarla ilgili abartılı anlatımlar bu kapsama girer. Et fiyatları yükselir, refahımızın artmış olduğuna hükmedilir. Ucuz sebze almak için girilen kuyruklara varlık kuyruğu denir. Zamların adı, “güncelleme” ve “ayarlama” gibi kelimelerle değişmiştir.

“Sensor”lu Dünya: Basın toplantısı yapılacaksa kesinlikle hangi soruların sorulacağı ve daha önemlisi soruları kimin soracağı şansa bırakılmaz. Önceden belirlenmiş kişilere “sen sor” denilir. Kurala uymayacak gazete ve gazeteciler bu toplantılara çağrılmaz.

Üç Boyutlu Baskı: Seçmen her yönden baskı altında tutulur. Tekrar seçilmezlerse devletten eskisi gibi yardım alınamayacağı, İş-Kur üzerinden kadrolar tahsis edilemeyeceği söylenir. Yöneticilere itaatin farz olduğu, ayrıca ahirette berat belgesi almanın yolunun kendilerine oy vermek olduğu hatırlatılır.

Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yapay-beka-ve-sebzelerin-interneti_486920

Öne Çıkan Yayın

Gözlükler

  İbrahim Özdabak Karikatürü   “Artık önümüzü göremiyoruz” sözünü ilk duyduğunuzda aklınıza: “Tabii canım, nasıl adım atacağımızı şaşırdık...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: