Bir zamanlar, ormanın derinliklerinde, Fizan gibi, uzak mı
uzak bir ülkede yaşayan, küçük, sevimli mavi yakalı çalışanlardık. Fizan’ın
bugün çöl olduğuna bakmayın, imara açılmadan önce oralar hep dutluktu.
Grubumuz üç kişiden oluşuyordu.
Günün birinde, terlerimizin aka aka iyice laciverde boyadığı, renginden yaka
silktiğimiz yakalarımızın mavisinden kurtulmak için gömlek değiştirmeye karar
verdik ve bir parti kurduk. Mavi yakalı olarak çalışırken en sevdiğimiz şeyler,
her gün saat üçte verdiğimiz mola ve o saatte yaptığımız çay partisi olduğu
için kurduğumuz partiye Çay İçme Partisi (ÇAYiP) adını verdik.
Partimizin adına uygun bir yönetim anlayışımız oldu,
çizgimizi hiç bozmadık. 3Ç(çamur, çirkef, çukur) + 3A(adaletsizlik, aldatma,
adam kayırma) + 3Y(yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) şeklinde ifade ettiğimiz ve
3 parantezine alındığında 3(Ç+A+Y) olan sihirli formülümüz her zaman geçerli
oldu. Bir demlik çayı tek şekerle (kıtlama yaparak) içtiğimizden sloganımız:
tek bardak, tek şeker, tek demlik! (Buna salise diyor ve üç parmakla
gösteriyoruz) Gördüğünüz gibi 3 sayısı partimizin sembolü oldu. Bir diğer
sloganımız da “üç olsun güç olmasın” mesela...
Devasa büyüklükte çay kazanları yaptırdık. Bir trilyon
maliyeti olan çay kazanının ihalesini 5 trilyona bizim yakın bir arkadaşa
verdik. Sağolsun, iki trilyonu hediye olarak bize verdi. Kazan ihalemiz böylece
kazan-kazan modeliyle hayata geçti. Ahali mest oldu dev kazanları görünce. Eee,
o kadar büyük kazan yapılınca çayların da içilmesi lazımdı, içme garantisi
verdik. Masalara devamlı çaylar bırakılıyor, “ister iç ister içme, parasını
vereceksin!” dedik vatandaşa.
Bizim zamanımızda 3 şey arttı:
Cehalet: Eğitim sistemi ile o kadar oynadık ki çocukların
kafası karıştı. Bir sene sınav koyduk, ertesi sene o sınavı 3 yıla yaydık,
sonra komple kaldırdık. Müfredatı ve okul tiplerini değiştirdik. ÇAYİP’çi
arkadaşlarımıza okullar yaptırdık bol bol. Velilere “okulları biz yaptırdık, onları
koruyacak olan sizlersiniz” dedik. Onlar da elini taşın altına koysun biraz,
değil mi ama? Memnun olmayan varsa da istediği özel okula gitsin. Tahsil
seviyesi düştükçe oylarımızın arttığını gördük. Bizden habersiz, bir şekilde
eğitim almış kişiler de yurt dışına çıkıp oraya yerleşti, biz de rahat ettik.
Bir de bize ne üretip sattığımızı soranlar var, kardeşim adam ihraç ettik işte,
maşallah hangi ülkeye gitsen bizden adam var artık...
Fakirlik: Eldeki malları tek ek sattık, parasını yakınlara
dağıttık bu sefer de para bitti. Yükledik vergileri çalışan kesime, nasıl olsa
kaçışları yok gariplerimin. Fakirlere iş vermedik ama yardımlar veriyoruz
hamdolsun, ne ölüyorlar ne de ayağa kalkabiliyorlar. Bizden başkası gelirse o
yardımları keseceklerini söyleyip bağlıyoruz işi.
İhtilaf: Sevinçler bölündükçe çoğalır derler... Biz de
halkımızı çok sevince durmadan böldük. Onlar bölündükçe bizim oylar çoğaldı.
Japonlara atfedilen bir mantık var: “Bir işi herkes
yapabiliyorsa ben de yapabilirim. Hiç kimse yapamıyorsa ben yapmalıyım”. Bizim
üretimle ilgili düşüncemiz şudur: bir malı veya hizmeti üreten biri varsa
üretsin, biz kendimizi yormayız, parasını verir alırız. Dikkat edin, paramız
var ki alıyoruz. Kimsenin üretemediği şeyi de biz nasıl üretelim?
Oylarımızı artırmak için dini, milli, maddi ve manevi her
şeyi kullanıyoruz; bazen cehennemle korkutuyoruz, bazen cennetle müjdeliyoruz(dünyada
ziraati beceremeyince ahirette beraat vaat etmek lazım tabii...) Düşmanları
gösteriyoruz, aman ha bizi yemesinler diyerek milliyetçi duyguları harekete
geçiriyoruz, her fırsatta milleti övüp egoları şişiriyoruz. Sayemizde kazanan
adamlara, daha fazla kazanabileceklerini söyleyip tamah etmelerini
sağlıyoruz. Herkese çay dağıtıyoruz. Millete öyle gündemler veriyoruz ki,
kendileriyle uğraşmaktan bize bakmaya fırsatları kalmıyor.
Son olarak, sevgili Fizanlı kardeşlerimin 3(Ç+A+Y) partisi
olarak üç aylarını tebrik ediyor, aşk ile bağlı olduğumuz çay işinde
gönüllerine bir kez daha talip olduğumuzu hatırlatıyorum...