Mevcut siyasi iktidarımız, kriz yönetimini nev’-i şahsına
münhasır usullerle yürütmeye çalışıyor. Diyelim, ufukta bir tehlike göründü ve
gümbür gümbür yaklaştığı hissediliyor. “Geliyor, yaklaşmakta olan” diyerek tehlikeye
karşı uyaranlar olsa da, iktidarın ilk tepkisi tehlikeyi inkar etmek şeklinde
oluyor. Tehlike geldiğinde “kuşa bakın, kuşa” kabilinden nazarları başka
yönlere tevcih etmeye çalışıyor. Velakin, bütün uğraşlarına rağmen
saklanamayacak hale gelince çok büyük bir tehlikenin atlatıldığını anlatmaya
başlıyor. Bu aşamada atlatılan/atlatıldığı söylenen tehlike, normal ebatlarının
kat kat üstünde tasvir ediliyor. Neticede alt edilen düşman ne kadar büyük
olursa, zafer de o derece büyüyecektir. Ayrıyeten, şişirilmiş bir düşman her
zaman kullanışlıdır, arada bir bu düşman
hatırlatılarak halk sindirilebilir.
Şimdi ekonomik kriz konusunda yukarıdaki formülün nasıl
işletildiğine bakalım. Bir kaç yıldır, farklı göstergelerle geleceğinin
sinyallerini veren ekonomik kriz, türlü yollarla ertelenmeye çalışıldı.
Uzmanların uyarılarına kulak asılmadı, elalemin ülkemize getireceği paralarla
atlatılacağı zannedildi. Derken, işlerin iyice zıvanadan çıkacağı anlaşılınca
hiç gündemde değilken bir erken seçim ilan edildi. Halbuki, halka neler
yaşanabileceği konusunda doğru bilgi verilse ve herkesin kabul edebileceği bir
yol haritası çizilseydi güven içerisinde ve en az kayıpla kriz atlatılıyor
olacaktı, vatandaş da daha samimi katkıda bulunurdu. Bunun yerine rayından
çıkmaya başlamış olan ekonomi, seçim zamanı ekonomisi diye normalleştirilmeye çalışıldı.
İşsizlik, faizler, enflasyon ve döviz kurları yükselmeye başladı. Yediği bir
ton dayağa rağmen koçunun “acı yok Rocky, acı yok!” telkiniyle ayakta durmaya
çaılışan boksör gibiydik ve hükümet “kriz yok, ne krizi!” diyordu. Ekonomi ile
kriz kelimelerini aynı cümlede kullanmak terörist diye suçlanmak için makul bir
delil sayılıyordu. Şaka değil, “dolar yükselmiyor, paramızın değeri düşüyor,
dolar 7 lirayı aşacak bu gidişle” diye tweet atanlar gözaltına alındı.
Adına ekonomik kriz denmese bile ortada bütün vatandaşları
yakan bir durum vardı ve bir şekilde izahı gerekiyordu tabii... Papaz aşağı, papaz
yukarı derken ekonomik saldırı var dediler. Kim saldırdı, neden ve nasıl
saldırdı, bu saldırı karşısında nasıl bu kadar çaresiz kaldık sorularının
cevabı yoktu ama... Hükümet kontrolünde yayın yapan televizyonlar (mevcut TV
kanallarının %99’undan fazlasına tekabül ediyor) ve gazeteler (hadi bunlar da
%98 diyelim) ekonomide işlerin iyi gittiğini söyleyedursun, Bakan Albayrak,
krizi atlattığımızı, en kötüyü geride bıraktığımızı açıkladı. Yandaş basını
takip eden insanları düşünsenize, adamların olaydan haberi bile yok!
Konkordatö!
Bugün geldiğimiz noktada, girdi maliyetlerindeki artışa
müdahale edilmeden zabıta marifetiyle fiyat artışları kontrol altına alınmaya
çalışılıyor ve iflas ertleme OHAL döneminde kaldırıldığı için yüzlerce firma
konkordato ilan etmiş durumda. Tam olarak kaç firma ilan etti, gerçekten zor
durumda olduğu için mi ilan etti yoksa borç ödememek için bahane olarak mı
kullanıyorlar bilmiyoruz. Konkordato ilan eden firmaların durumu suistimal
ettiğini ileri sürerek her an bu firmalar finansal terörle suçlansa şaşıracak
mıyız, KONKORDATÖ (TÖ: Terör Örgütü) isimli bir terör örgütü olduğu ilan edilse
mesela?
Tulumba Ne Durumda?
Bankalar verdiği kredileri tahsil etmekte zorlandığı
için kredi musluklarını kıstı.
Vergi-imar barışları art arda ilan edilip süreleri ha bire uzatılıyor. Trafik
cezaları yüksek oranlarda artırıldı, asayiş polislerine bile koçan verilip
trafik cezası yazmasının istendiğini Fatih Altaylı köşesinde yazdı. Bedelli
askerlik ücretleri düşürüldü ki rekor sayıda başvuru olsun. KHK’lı doktorlar
için çıkarılan kanunda bile özel hastanelerde çalışmak isteyen KHK’lı
doktorların 75 bin-120 bin TL para yatırması gerektiği şeklinde değişiklik
yapıldı. Tulumba için başka bir şey söylemeye gerek var mı? Eğitim firmaları
bile “Telefonda Etkin Tahsilat
Becerileri” ve “Satışta Müşteri İstihbaratı,
Etkin Tahsilat ve Risk Yönetimi” başlıklı mailler ile reklam göndermeye başladıysa, düşünün artık...
“24 Bin Lira Aylıkla
Silivri’ye Gel!”
Ekonomik darboğazdan çıkışın reçetesini elbette uzmanları bilir. Ancak katma
değeri yüksek ürün ve hizmet ihracatımızı artırmadığımız sürece çok
zorlanacağımız kesin. Bu da AR-GE çalışmaları gerektirir ve yetişmiş kaliteli
beşeri kaynaklarla olur. Aylar öncesinde, ülkeyi terk etmek isteyenlerin bilet
parasını devletin karşılayacağına dair bir duyuru yapılmıştı. Bu promosyondan
kaç kişi yararlandı bilmiyoruz, açıklamadılar. Şimdi de göçmüş beyinlere “24
bin lira aylıkla ülkene geri dön!” çağrısı yapılıyor. Keşke, “başka promosyon
ve kampanyalarla birleştirilemez” kaydı düşselerdi, bilet parasını devlete
aldırıp, yurtdışında tatilini yaptıktan sonra 24 bin lira aylıkla dönmek
isteyenlere kapı kapanmış olurdu.
En çok göç edenlerin yazılım sektöründe olduğu söyleniyor. Yazılımcılar,
“Ülkemizde kod yazalım” parolasıyla vatanına dönmek istedi diyelim, çağrının
hemen ertesi günü Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin gözaltına alındığını
gördüğünde “hangi kod isminden bahsediyorsun, ‘ya zalım’ derken kimi
kastettin?” gibi sorularla karşılaşmaktan korkmayacak mıdır? Başka ülkelere
gidişleri durdurmanın çaresi para vermek midir? 24 bin lira aylık
kampanyasından kimler yararlanacak ve bunun ülkemize ne kadar katkısı olacak
merak ediyoruz. İnşallah 23 bin lirasını kumara mumara verip zayi edecek
insanlar olmaz...