Bu Blogda Ara

Arşiv

Saraya Saraya Bulsam İzini

Saraya saraya bulsam izin
Teröre en iyi cevap olarak üçüncü köprüyü, bizi kıskananlara nispet olsun diye üçüncü havalimanını yapan Türkiye, dış güçlerin saldırısına, mükemmel bir zamanlama ile üçüncü Cumhurbaşkanı sarayıyla karşılık vermeye hazırlanıyor. Üç ile güç arasında nasıl bir ilişki var bilmiyorum ama mevcut hükümet, üçüncüsünü yaptığı/yapacağı her şeye muazzam bir güç atfediyor.

Malazgirt Zaferi’nin 947. yıldönümü münasebetiyle yapılan törenlerde, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Ahlat’ta 10 dönüm alanda, 1071 metrekare oturma alanına sahip bir saray yapılacağı müjdesi verildi. Hadi bakalım Bizans, şimdi ne Diyojen bu işe? Yaaa, işte böyle alırlar adamın aklını. Tabii, metrekare veya oda sayısında miladi 1071 tarihi yerine Hicri karşılığı olan 463 sayısı da kullanılabilirdi ama tasarruflusu pek makbul karşılanmayan itibar, sayıca daha büyük olan 1071’i gerektiriyor. Sarayı yaptıracakların da devlet teamüllerine uyarak “ben sarayın zevkli, çelik konstrüksiyonlu ve Ahlatlı olanını severim” diyeceklerini tahmin ediyorum. Saray diyoruz ama “otağ” yapılacağını söyleyen de var. Üç-dış güç, otağ-karanlık odak uyumuna bakılırsa o da olumlu.

Her İle Bir Saray!

Dış saldırılara karşı insanımız çok hassas davranıyor. Dolar 7 TL civarına geldiğinde bütün dövizlerini bozarak oyunu bozmaya çalışan hamiyetperver vatandaşlarımız var biliyorsunuz. Oyun büyüdükçe doların daha büyük rakamlara ulaşmasını beklerler. Hatta döviz bozma işlemi de yetmeyebilir. Bu durumda B planına geçip saray yapımına ağırlık verebiliriz. (B planı ismi, dolar kurunu indirmek üzerine sıradışı bir çözümü bulunan Necmettin Batırel’in tekniğinden ilham alınarak geliştirildiği için soyisminin baş harfi kullanılarak oluşturulmuştur) B planı şudur: Ben olsam şak, on ilde saray inşaatı başlatırım. Dış güçler şaşırır, sonra şak diye on ilde daha saray inşaatı için düğmeye basarım. “N’oluyor?” derler, şaaak bir on saray daha, hatta sırayla her ile bir saray derim, çil yavrusu gibi dağılırlar. Zaten milletin olacak diyorlar saraylar için, bence imkan varsa her ilçeye bile yapılabilir. Biz de vatandaşlar olarak şunu deriz: “Saraya saraya bulsam izini / Hafriyat tozuna sürsem yüzümü”

ABD’ye Karşı Kozlarımız

ABD’ye karşı kullanabileceğimiz kozlarımızdan birinin Kanal İstanbul olduğunu söyleyenler var. İhraç mallarımıza ek vergi mi koydular, hemen büyük bir kanal daha yapalım, Sinop’tan Akkuyu’ya… İki şehirde de nükleer santral olacağı için, santrallerde ısınan sular kanalda gidip gelirken soğumuş olur. Yollar gibi, kanal da duble olacak tabi. Kanalın her iki tarafı boydan boya imara açılır, üstüne de onlarca köprü yaptın mı, gelsin inşaatlar… Köprülerin hepsine de on yıllarca geçiş garantisi verildi mi tadından yenmez. Torunlarımız “ne kan almış” diyerek AKP’yi yad ederler artık… Böyle üç tane daha kanal yapsak Anodolu ada dolu bir coğrafya olur. Hatta Artvin’den başlayıp Hakkari’ye kadar sınır boyunca bir kanal yapılır, oradan da batıya Akdeniz’e kadar güney sınırlarımız boyunca uzatılırsa sınırlarımızı da daha emniyetli hale getirmiş oluruz
F-35 vermemekle bizi tehdit ettiler ya, gerekirse kendimizin geliştireceğini söyleyerek cevabı yapıştırdık. Bence çok isabetli ve doğru bir karar. Katma değeri yüksek ve çok para kazandırabilecek bir ihraç ürünümüz olur, fena mı? Antalya oto sanayii bu işe talip olduğunu söylemişti galiba. Şahsen, İzmir Karşıyaka sanayisinden de F-35.5 hamlesi bekliyorum, yakışır… Hatta İzmir’de geliştirilene EFE-35.5 desek daha güzel olur sanki… Peki, bir çok ülkenin katılımıyla, milyarlarca dolar paralar harcanarak ve yıllar süren çalışmalarla geliştirilen uçağı yerli ve milli ürün ve metotlarla acaba nasıl geliştirebiliriz? Kağıttan yapalım desek, ülkede kağıt üretilmiyor hep ithal ediyoruz. Kağıdın en ucuzu saman kağıttı diye hatırlıyorum. Bu kağıt samandan mı yapılıyor bilmiyorum ama diyelim ki onu yapmak için de saman kullanılsın. İyi de, biz saman da ithal ediyoruz? Yerli saman için buğday üretmeye karar verdik diyelim. Tohumu dışardan aldığımız, gübresi ithal olan buğday ne kadar yerli olacak ki samanı milli olsun? Savunma sanayimizi ve teknolojik imalatımızı geliştirmek istiyorsak işe topraktan başlayalım derim, gerisi gelir zaten…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saraya-saraya-bulsam-izini_471897

Akademik Geçiş-gen-etik

akademik geçiş





Almanlar tek atomlu transistör yapmış. Bu bilginin pratikte ne anlama geldiği, günlük hayatımızı ne kadar kolaylaştırabileceği konusunda net bir bilgi yok. Geliştiren kişi/kişilere sormak istediğim sorular şunlar: Hadi bir tanesini yaptın, milyarlarcasını birbirine bağladığında nasıl çalışacak? Şimdiki kullandığımız bilgisayar ve telefonları çöpe mi atacağız, ya da ne zaman atacağız? Karlsruher Institut für Technlogie üniversitesi araştırmacılarının geliştirdiği bu şey, silikon transistörlere göre oldukça küçük hacimlere sahip (bir atom üun  hacmi ne kadarsa o kadar) ve yaklaşık olarak on bin kat enerji tasarrufu sağladığı iddia ediliyor. Muhtemelen ileride buna başka bir şey diyecekmişiz gibime geliyor, mantık olarak transistörlerin yaptığı işi üstleniyor olsa da atomik boyutlar klasik fizik kurallarının farklı çalışmaya başladığı bir alem. Bahsedilen çalışmada gümüş atomu kullanıldığı belirtiliyor. Atoma kadar inmişken hızını alamayan insanlık, bir sonraki aşamada atom altı parçaları da kullanmayı deneyecek herhalde.

Trabia: Transistör Rabiası

Her bir ilinde en az bir üniversite bulunan ülkemizin (sadece İstanbul’da 9’u devlet, 40’ı özel üniversite olmak üzere toplam 49 adet var!) bu tarz çalışmalarla gündeme gelemiyor olması üzücü. Hatta böyle çalışmaların, 3. Havalimanımızı kıskandığı devlet yöneticilerimizin ifadesi ile tescilli olan Almanlar tarafından yapılması daha bir sinir bozucu, nazire yapar gibi, tövbe estağfurullah… Bir şey diyeyim mi, bu çalışmalara 2004 yılında başlamış olsalar da Rabia modelinden ilham almış olabilirler. Transistör rabiası Trabia:Tek atom, tek transistör, tek sinyal, tek elektrik (Malum, eskiden elektrik kurumumuzun adı TEK’ti) Tabii onlar “Vierabia” diyorlardır muhtemelen, “ayn”en bizim gibi; ein atom, ein transistor, ein signal, ein electric…

Gündemdeki Bilim Dalı: Torpil Skandalı

Yerli ve milli akademisyenlerizin içinde o kadar liyakat sahibi ve başarılı olanlar var ki, bu başarıları kendileri ile sınırlı kalmayıp akrabalarına da sirayet ediyor. Bir üniversitemizde açılan yeni kadroları doldurmak için yapılan sınavları, orada çalışmakta olan akademisyenlerin çocuk ve eşleri kazanmış. Hangi üniversite olduğunu bilen biliyor, bilmeyen de internetten araştırabilir. Onu da yapamayacaklar için söyleyeyim; Sivas Cumhuriyet Üniversitesi. Bu tarz olaylar sadece bu üniversitede olmuyor tabii… Sıradaki cümlemiz, “Üniversitelerimiz, herhangi bir bilim dalı ile gündeme gelemeyecek mi?” diyenler için geliyor; neredeyse her ay bir başka üniversitemizin adı geçiyor “torpil skan”dalında… Düşünsenize, başarı grafiğini devam ettirebilirlerse, bir sonraki akademisyen kuşağı gene aynı soyadına sahip insanlardan  oluşabilir. Genetik bilimi açısından muazzam bir gelişme. Sloganları şöyle olabilir: “Gene gel, etiği boş ver” Geçiş-gen özellikli akademik yapımızdan feyiz alarak gelişen öğrencilerimiz, tek atomlu transistör meselesi ile ilgili olarak şunu merak ediyor olabilir: telefonlarımızı her gün şarj etmekten kurtulacak mıyız, tablette oynadığımız oyunlar hızlanacak mı, sosyal medya hesaplarımızda daha yüksek çözünürlüklü video ve resimler paylaşabilecek miyiz…

Off Yaparlar…

Of kaymakamı ile Japon imparatorunun makam odalarını karşılaştıran bir resim bugünlerde sosyal medyada paylaşılıyor. Eğitim ve teknoloji gibi makamların da bizim ülkemizde bir amaç olarak görüldüğünü resimler arasındaki ihtişam farkından anlamak mümkün. Hele de makamın elde edilmesinde liyakat gözetilmemişse, makam bir güç aracı olarak kullanılır. Örnek olarak her ay maaşının yedi katı kadar gayrımenkul taksidi ödemesi yapan bir kişinin bir belediyede imar işlerinden sorumlu başkan yardımcısı olması verilebilir. Tabii ki bu kişiye verilen büyük cezanın görevden alma olduğunu söylersem hangi partiden olduğunu hemen bileceksiniz. Onlardaki en büyük ceza bu, adamı “off” yaparlar işte…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/akademik-gecis-gen-etik_471289

Ekonomik “Kuş”atma

ekonomik kuş atma
Yüksek enflasyon, artmış işsizlik, şişmiş dış borç, kapanamayan cari açık ve yükselmiş faizleri ile gayet tıkırında ilerlemekte olan ekonomimiz, bir anda dolar’ın yukarı doğru fırlamasıyla zor günler yaşamaya başladı. Görünüşte işler, Trump’ın attığı tweetlerle kızıştı. Yetkililerimiz hemen ekonomimizin saldırı altında olduğunu söyledi. Tam olarak kim, nasıl saldırıyordu, saldırırken hangi araçları kullanıyordu? Kanunlarımıza göre suç teşkil edecek şekilde saldırıyorsa neden yakalanıp cezası verilmiyordu? Yok, kanunlarımızda yer alan boşluklardan yararlanarak yasal bir işlemle saldırı yapılmışsa bu açıklık neden hemen kapatılmıyordu? Saldırının tam olarak ne kadar bir etkisi olmuştu? Dünyanın sayılı ekonomilerinden biri, nasıl oldu da saldırılara açık bir hale gelmişti?

Bu soruların cevabını öğrenemeden, hükümet cephesi ekonomimizin kuşatma altında olduğunu söylemeye başladı. Kuşatma daha doğru bir tabir gibi görünüyordu. Twitter’in sembolü bilindiği gibi mavi renkli bir kuş… Bu durumda ekonomi ile ilgili tweet atmaya bir nevi “ekonomik kuş atma” da diyebiliriz. Gerçi, Trump’ın çok daha sert ve saldırgan ifadelerle tweet atarak taciz ettiği başka ülkeler de vardı, ne hikmetse o ülkelerde aynı etki görülmedi. Üstelik ülkemizde yükselen sadece dolar değildi. Tayland Baht’ı ve Hindistan Rupi’si dahil neredeyse bütün paralar karşısında değer kaybediyorduk. Budist bir rahip falan mı tutuklanmıştı? Hindistan ile aramızda “Nirvana minüt” krizi mi yaşanmıştı yoksa? Başımıza bu da mı gelmişti?

Dolar Bozarak Oyun Bozmak

İlk önlem olarak sosyal medyada paylaşılan ve doları tahrik edip kuru yükselttiği tespit edilen sözler hakkında soruşturma başlatıldı. Twitter’in TL’lerine kuşlar mı konar, insan yerli para birimine canım, böyle mi yapardı? Sosyal medya heşteglerinin arşınlandığı ve spekülasyon üzerine spekülasyon yapanların kurşunlandığı söylendi. Doları yükseltenler değilse de yükseldiğini söyleyenler hakkında işlem yapılması yüreğimizi soğutmaya yetti. Sonrasında, vatandaşlara çağrı yapılarak yastık altında ne kadar dolarları varsa TL’ye çevirmeleri ve oyunu bozmaları istendi. Her döviz bozdurma kampanyasında “bütün” dövizlerini TL’ye çeviren zevat, ne ara tekrar döviz alıyordu acaba? Ayrıca, her satış işleminde bir alıcı olması zaruri değil miydi? Satış işlemi oyun bozuyorsa, bu satıştaki alıcı da oyun kurucu mu oluyordu? Peki, benim gibi hiç doları olmayan ve büyük resmi görüp oyunları bozma hevesinde olan sade vatandaşlar ne yapmalıydı? Misal, dolara karşı duruşumu belli etmek için dolarını bozdurmak isteyen herkese yardımcı olup kendilerinden satın alacağımı ve dolar kurunu 4 TL’de sabitlediğimi söylesem olur muydu?

ABD Mallarına Boykot!

Pek çok kamu ihalesini dolar üzerinden fiyatlayan devlet bunu değiştirmemişti ama olsundu. Devlet büyükleri ABD menşe’li ürünlerin vatandaşlar tarafından boykot edilmesini istedi. Bazı ürünlerin gümrük vergilerini artırdı da. Velakin, ismi verilerek boykot edilmesi istenen ürünler o listede yoktu. Üstüne, geçen sene bazı konular yüzünden kızgın gittiğimiz ve Trump’ fırça atmamız beklenen ABD ziyaretinde sürpriz bir şekilde siparişini verdiğimiz 11 milyar dolarlık uçak alımı da iptal edilmedi. Üretime vurgu yapan, yerli malları tüketimini tavsiye eden yöneticilerimiz, sessiz bir şekilde buğday, mısır, arpa ve pirinçte gümrük vergisini sıfırlayarak ithalatın önünü de açtı.

Anlaşılan yine iş vatandaşa düşüyordu; Trump’ın satırlarca tweetlerine tek bir satırla cevap veren bir kasabımız, dolarları o satırla kıyma haline getirdi. Dolarların üstüne basarak halay çekenler, dolarları yakanlar, iphone’lara kurşun sıkanlar, ayağı ile ezenler, balyozla parçalayanlar ve daha neler neler… Bazı marketler, iphone’leri ithal etme satış yapma yöntemi konusunda Apple firması ile mahkemelik olduğundan satışını durdurduğu halde, boykot çağrısına uymuş gibi bunu duyurdu. Hızını alamayan bazı köşe yazarları, yakında iphone kullanan kişilerin sadece teröristler olacağını ilan etti. Iphone’lar için boykot ilan edildi ya, havuz medyası her an “bütün iphone’larda ‘Bykot’ isimli bir yazılımın yüklü olduğu” haberini yayabilir. Yakında Apple kelimesinin abla ile benzerliği, “Mac”lube, i-mam gibi kelimelerin bu firmanın ürünleri ile aynı yapıda olduğu vurgulansa ve buradan yürüyüp bütün iphone kullanıcıları tutuklansa hiç şaşırmayacağım. Bekle ki, Ali Aktaş gibi bir avukat çıksın, Bylock meselesinde on binlerce masum insanın kurtulmasına vesile olduğu gibi iphone sahiplerinin de beraatini sağlasın.

Dolar’ın Ateşi Söndü mü?

Gösterge faizinin yükseltilmesi, swap işlemlerine kısıtlama getirilmesi gibi bir takım tedbirlerle Merkez Bankası dolar yangınına müdahale etti ama etkilerinin ne kadar süreceği belli olmaz. Ne zaman inme başlamışsa gerilimi tırmandıracak sözler ve davranışlarla aniden yükselmesini sağlamak ve keskin iniş çıkışlarla zikzak çizilmesini sağlamak akıllarda soru işareti bırakıyor; bu iniş çıkışlar kimin işine yarıyor, kimler bu durumdan ne kadar kazandı? Yaknda, alım gücü azalmasının tetiklediği enflasyon ve her üründe görmeye başladığı zamlarla, yüksek gösterge faizleri ile devletin aldığı borçların ödenmesi için artırılacak vergilerle vatandaşın kazanmadığı ortada…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekonomik-kus-atma_470700

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

Dolar’ın ülkesinden çıkmak suretiyle dış dünyaya açılıp genişlediği ve gelişmekte olan ülkelere bol bol uğrayıp ucuz ucuz konakladığı yıllarda ülkemiz de bu nezaket ziyaretlerinden nasibini aldı.
Mevcut iktidarın inşaat ve emlâk işlerini iktisadi gelişmenin lokomotifi olarak gördüğü, diğer sektörlere nazaran çok daha fazla koruyup kolladığı herkesin malûmu. Bu şekilde gelen paralar ülkemizde betona ve lüks tüketime harcandı. Beton sektörünün önünü açmak için imar kanununda jet hızıyla değişiklikler yapıldı, tahrip edilmiş orman ve tarım alanlarının kullanıma açılması sağlandı. Teşvikler verildi, banka kredilerinde kolaylıklar sağlandı, vergi muafiyetleri tanındı, vergi borçları silindi. Büyük firmalar inşaat işleri ile uğraşmaya başladı, inşaatla uğraşanlar büyüdü.

İmar-Ahit Ofisleri

Kentsel dönüşüm yasası ile eski binalar bir bir yıkılıp yeniden inşa edilmeye başlandı, şehirler şantiyeye dönüştü. Belediyeler, imar planlarında inşa işlerini kolaylaştıracak şekilde değişiklikler yaparak hem gelir elde etti, hem de sektörün önünü açtı. Bazıları öyle abarttı ki, planlarda yer alan fay hattını bile taşıdı! Yol, metro gibi ulaşımı kolaylaştıracak altyapı çalışmaları plana dahil edildiği anda bir mevkinin değerinin bir anda patlama yapacağı bilinen bir şey ve çokça kullanıldı. Uzun vadeli ödeme imkânları ile elde edilmesi kolaylaştırılan ve sağlam bir yatırım aracı olarak görülen gayrımenkuller değerlerinin üstünde fiyatlanmaya başladı. Kısa zamanda büyük kârlar kazandıran inşaat, emlak ve taahhüt işleri, adeta “Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi” dersinin zorunlu olduğu “İmar-Ahit” ofislerinin her köşede açılarak mantar gibi çoğalmasına yol açtı.

Beton Kültürü ve Emlâk Bilgisi o kadar damarımıza yerleşti ki… Tarihi eser sayılan binaların restorasyonunda, bu dersin izlerinin en kaba örneklerini görmek mümkün. Sünger Bob’a benzetilen kale mi dersiniz, fayanslarla kaplanan tarihi hamamlar mı, otoparka çevrilen medreseler mi… Konya’da geçen haftalarda açılan piknik alanı beton ve asfalta boğuldu. Deprem toplanma alanlarına dev beton yığını olan AVM’ler yapıldı. 1453 adet hafriyat kamyonundan oluşan dev bir filo ile caddelerde gövde gösterileri yapıldı. Bir tabiat harikası olan Uzungöl çevresi tam bir betongöl haline getirildi. En son Ayder Yaylası’na da kentsel dönüşüm gideceği haberleri vardı. Fatih Camii, Mevlânâ Türbesi gibi yerlerin bahçelerindeki ağaçlar bile kesilip etrafları betona gömüldü.

İnsanoğlu var olduğu ve nüfus çoğaldığı müddetçe inşaat işleri tabiî ki var olacaktır. Fakat sadece inşaata dayalı büyüme planları yapmak ve bütün kaynakları bu alana tevcih etmek yanlış olur. Bir binayı bir defa inşa edersiniz ve uzun yıllar boyu kullanırsınız. Bu yüzden sürdürülebilirliği azdır. Hele ki arz-talep dengesi gözetilmezse balon oluşacağı ve yeterince şiştikten sonra bu balonun patlayacağı aşikârdır. Herhangi bir sebeple finansman problemleri başladığında da insanların ilk gözden çıkardığı şey gayrımenkullerdir. Cari açık, dış borçların çokluğu, yabancı yatırımcıların ülkeden kaçması gibi sebeplerle nakit sıkıntısı çektiğimiz bugünlerde en çok daralmanın hissedildiği sektör inşaat oldu. Durmadan yapılan satış kampanyaları, kamu bankaları eliyle verilen ucuz konut kredilerine rağmen eritilemeyen konut stokları bu konuda ciddi bir tehlikenin bizi beklediğini haber veriyor. Bazı inşaatçılar, konut kredisi oranlarının 8-9 puan düşürülerek aradaki farkın devlet tarafından karşılanmasını bile talep etti. KDV’nin oranlarını %26 yapıp okunuşunu “Kentsel Dönüşüm Vergisi” yaparlarsa hiç şaşırmayacağım.

Çözüm?

Para kaynaklarının bolca bulunduğu yıllarda, bu kaynakları katma değeri yüksek üretimler yapmakta kullanan ülkeler bugün bunun kaymağını yiyor. Zamanında yüksek teknoloji ürünlerine yatırım yapsaydık bugünümüz çok farklı olabilirdi. Eğitim sistemimizin problemleri ve beyin göçü gibi sebeplerle kalifiye insan kaynağı bulmakta zorlanıyoruz, uzun yıllar süren ve pahalı AR-GE çalışmaları gerekiyor. Şimdi sıfırdan başlayalım, biz de katma değeri yüksek ürünler ihraç edelim demek için geç kaldık gibi.

Yerli ve Millî Bir Yüksek Teknoloji Firması Olarak APPLE!

Bugün Apple firmasının piyasa değeri bizim gayrısafi millî gelirimizden fazla. Diyorum ki, Varlık Fonu’muzu kullanarak, enişteden, sağdan soldan borç-harç bulup bir şekilde Apple firmasını satın alalım, yerli ve millî bir yüksek teknoloji firmamız olsun. Zaten apple ürünlerinin isimleri neredeyse yerli ve millî, çoğu “Ay” ile başlıyor. Yanına yıldızı da biz koyarız, dünya ay-yıldızlı ürünlerle dolar Allah’ın izniyle. Mekintoş’u Tekintoş, Macbook’u Tekbook yaparız. iMac ürününü tersten okuduğunuzda cami olduğunu fark ettiniz mi? Bütün birikimlerimizi toplayıp tek varlığımız olan Apple’a yatırdığımız için Varlık Fonu’nun ismini de değiştirip Varlık Phone’u yapmamız gerekecek, olsun. Firma merkezini Konya’daki çok gizli uzay üssümüzün oraya taşırız. Hatta Konya ilimizin adını da bu vesileyle Silikonya yaparız. İşler iyi giderse, bir sonraki sene şaaak diye Google’ı alırız. Yetmedi mi, şaaak bir firma daha alırız, Microsoft! Ne dersiniz, iyi olmaz mı?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/beton-kulturu-ve-emlak-bilgisi_470079

İsim-Şehir Oyunu

batman isim şehir oyunu
Batman’da bazı vatandaşlar, il sınırlarının bir çizgi roman karakteri olan “Batman” (Yarasa Adam) logosu şeklinde yeniden düzenlenmesi için internet üzerinde kampanya başlattı, kampanyaya binlerce kişi destek verdi.
Kampanyayı düzenleyenler, bunun şehrin tanıtımı ve turizm gelirlerinin artması için önemli olduğunu düşünüyor. İl haritasının değişeceğini sanmıyorum, ama kampanya şehrin tanıtımında işe “yarasa” bari…
Farklı din, dil ve kültürleri barındırması bakımından kendine has bir “halita”sı olan Anadolu’da haritaları şehir isimlerine göre düzenlemeye kalksak nasıl olur acaba? Hem de uluslar arası arenada ilgi uyandırması için George ve Hans’ın anlayabildiği şekillere benzeterek yapabiliriz bunu… Meselâ Van Gölü ve şehrinin haritasını İngilizce okunuşu “van” (one) olan bir rakamı şekline benzetebiliriz. Gölün şekli iki türlü değiştirilebilir; ilki gölün içine dolgu malzemesi koyarak su alanı küçültülebilir veya gölün yukarısı ve aşağısından kazım işlemi yapılarak alanı büyütülebilir. Bir yandan da su kıyısında olacak ve imara açılabilecek daha çok alan elde edilebileceği için ikincisi tercih edilebilir diye tahmin ediyorum. Öbür yandan “her taraf beton yığınlarıyla dolu, kurtulmamız lâzım” cümlesinden dolayı ilkinin de seçilmesi mümkündür, bilemedim şimdi. Şimşekleri üzerine çekmeyecekse, Kars şehrimizin haritası Cars (Arabalar) isimli animasyon filmindeki “Şimşek Mcqueen” şeklinde yeniden düzenlenebilir.

TELEFONA BENZETSEK…

İşi iyice ticarete döküp, bazı şehirlerimizin isminde ufak oynamalar yaparak reklâm geliri elde etmemiz işten bile değildir. Düşünsenize, Afyon ilimizin adını “Ayfon” haline getirip haritasını akıllı telefon şekline getirebiliriz. Aynı şekilde Konya’yı Nokya, Samsun’u da Samsung yaptık mı, tamamdır. Allah’tan telefon şekilleri kolay, köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen çizeceğiz, hepsi bu… Nevşehir’in ismi neden “New Shire” olmasın? Karaman “Saruman”, Burdur da “Mordor” olur, Yüzüklerin Efendisi hayranları için bu şehirler açık müze haline getirilir. Bursa da Star Wars’a benziyor, şehre gelen turistleri Mehter Marşı  formatındaki “Jedi’n deden” parçasıyla karşılarız, Mehter’in viralini de yapmış oluruz böylece… Süper Man ise Manisa’ya yakışır vallahi, her ne kadar Tarzan’ı ile meşhur olsa da… İzmir’e pekâlâ “İzmiron Man” diyebiliriz. (İzmirli’leri tanıdıysam muhtemelen Demir Adam’a Çiğdemir Adam diyeceklerdir) Kahramanmaraş’a şimdilik bir film veya çizgi roman karakteri bulamadım, adını Süper Kahramanmaraş yaparız, bütün süper kahramanların sergilendiği bir müze açarız.

TOKAT GİBİ CEVAP

Şehirlerimizin isimleri ve haritalarında yapılacak minicik oynamalarla dünyaca ünlü karamanlar, filmler ve markalar için vazgeçilmez bir reklâm mecrası oluşturmak mümkündür. Bunun şöyle bir faydası daha var; hangi gün, hangi ülke ile dost olup hangisi ile didişeceğimiz belli değil. Bir bakıyorsunuz, kendimizi hiç olmadığımız kadar yakın hissettiğimiz ülkeyi, bir gün sonra lânetlemeye başlamışız. Her ülke için o ülkeyi acıtacak bir ambargo türü veya protestoyu üzerine konumlandırabileceğimiz bir ürün bulmak zor olabilir. Bir ülke ile papaz mı olduk, hemen o ülkenin kahramanının ismini taşıyan şehrimizin adını değiştirir, tokat gibi cevap vermiş oluruz…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/isim-sehir-oyunu_469476

Bedelli Askerlik Türküsü

Bedelli Askerlik Türküsü

Türkiye’de genç erkeklerin en önemli gündem konularından biri askerliktir. Okul biter, iş arayışına giren gençlerimiz bu duvar gibi soruya hemen toslar: “askerliğini yaptın mı?” Askerliğini yapmayanın istediği gibi iş bulması zordur. Diyelim iş buldu, bu sefer istediği veya hak ettiği ücreti alması zordur. Zira askere gideceği zaman tazminatlarını ödemek durumunda kalacak olan işveren, minimum hasarla bu süreci atlatmak ister ve maaşı düşük tutar. Evlenmek istese kız vermezler, önce askerliği yapıp gelmesini isterler… Sorulduğunda “telsizleri kapatıp operasyona giden özel ekip”te yer almak istediğini söyleyen pek çok gencin, ilk fırsatta yüksek lisans programlarının “tezsizlerini kapattığı”, yüksek lisansın ardından özel sektörde çalışsa bile aniden depreşen(!) bir akademik çalışma saikasıyla doktora programlarına devam ettiği görülebilir.

Seçim Vaatlerinde Bedelli

Seçim zamanlarında en kullanışlı konulardan biri bedelli askerliktir. Çıkması için yol gözleyenlere umut verebilirsiniz. “Bedelli askerlik beklentisi içinde olan milyonlarca insan var. Bir şekilde eritmemiz lazım. Millet istiyorsa değerlendiririz. Bize oy verin hele, seçimden hemen sonra bakarız” deyip milletin aklına bir kere düşürdünüz mü, tamamdır. Akabinde, “…ama yine de belli olmaz, neticede ülkemizin durumu da malum…” gibi belirsizlik ifade eden cümlelerle de,  hem karşı taraftan gelecek tepkileri dindirirsiniz hem de ümitleri canlı tutarsınız.

Hamaset yaşatmak isterseniz, şiddetle karşı çıkarsınız. “Parası olan yan gelip yatsın, fakirler de askerliğini yapıp gerekirse ölsün diye bir yaklaşım olamaz.” “Bedelli istemek öncelikle şehitlere saygısızlıktır” “Ülkemiz dört bir yandan düşmanla çevrili iken bedelli istemek hıyanettir” gibi cümlelerin ardından “Şimdilik gündemimizde yok” deyip, yine bir belirsizlik durumu oluşturabilir ve iki tarafın da beklentilerini karşılıyor olmaya devam edebilirsiniz.

“Hiç utanmam yoktur” derseniz ikisini birden yaparsınız, farklı yetkililer aynı anda farklı demeçler verirler. Günün durumuna göre yükselen değer hangisiyse en yetkili o duruma göre açıklama yapar. Nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels yönetimindeymiş gibi kontrol edebildiğiniz bir basınınız varsa çelişkili açıklamalarınız ve onların zamanlamasının birbirine çok yakın olması hiç mesele olmayacaktır.

Haddizatında, THY’nin üst yönetimindeymiş ve uçuşlarda kendisine en iyi kabin ekipleri hizmet ediyormuş da kahvesini nasıl içtiğini ezbere bildikleri için sormadan tam kıvamında getiriyormuş gibi standartlarda yaşayan insanların genelde askerlik yapmadığı yönünde kamuoyunda yaygın bir görüş vardır. Resmi kanallardan uygulanacak bedelli askerlik vasıtasıyla her halükarda askerlik yapmayacak olan bu zevat bunun için devlete para ödemiş olacak. Yani bazılarının olacağını zannettiği adaletsizlik söz konusu olmayacaktır. 12 ay askerî vazife yapacak ve asgari ücretle çalışan bir genç düşünelim. İşinden ayrılıp fiili askerlik yapması durumunda 12 aylık maaşından vaz geçmiş olacak. Yani yaklaşık 19200 TL bir kaybı olacak. Bedelli askerlik yapıp çalışmaya devam etse, 10 aylık maaşı ile bedelli ücretini elde edecektir.

“Yine yakmış yar dekontun ucunu…”

Kısacası, bedelli askerlik mevzusu savunulsa da kendisine karşı çıkılsa da prim yapan ve bitmeyen bir türküdür. Türkü demişken, askerlik üzerine türküler yakılır da, bedelli türküsüz kalır mı? Yeni türküleri kim yakar bilemem, ben sadece var olan birkaç parçayı uyarlamaya çalışabilirim, buyrunuz:
“Yine yakmış yar dekontun ucunu
Bedelli için para çekmek zor diyor
Yükleyip bankanın bana suçunu
Hesabında TL var mı, sor diyor
Bedelli için para çekmek zor diyor”
***

“Ödedim ödedim, bedel ödedim
Kuş tüyü yastık altında canım, param beledim
Büyüttüm biriktirdim, asker eyledim
Gitti de gelmez oldu canım yirmi beş binim”
***
“Yollayasım geldi, askere sizi
Bedelli bedelli, oy bizimTL’ler
Nasıl unuturum, balyalarınızı
Bedelli bedelli, oy bizimTL’ler
Oturup ağlasan, bedelli derler”

Sayılı gün çabuk biter derler, sayılı para daha çabuk bitiyordur. Paraları vezneye verirken askeri teamülleri yerine getirmek için “Paraları yerinde say, uygunöde, marş!” komutunun verilmesi uygun olacaktır. Parayı peşin ödeyenler kısa dönem, taksitli ödeyenler de uzun dönem askerlik yaptım diyerek hatıratını anlatabilir…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/bedelli-askerlik-turkusu_468171

Şirket “Siyo”seti


Şirket CEO'seti

Başka bir yerde benzeri bulunmayan bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” atmosferi içerisine girmiş bulunmaktayız. İlk göze çarpan farklardan biri, bakan olarak atananların belli bir kısmının meclisin ve bürokrasinin içinden değil, özel sektörde çalışan CEO’lardan seçilmiş olması. Devlet olarak büyük bir şirkete dönüşüyoruz demektir bu.

Bir şirket, kar etmek üzere kurulur ve stratejilerini ona göre belirler. Zarar eden bir birimi varsa orayı kapatır veya satabiliyorsa satar. Çalışanlara tanıdığı yan hakları veya ücretleri yeri geldiğinde kısabilir, işçi azaltmak yoluna gidebilir. Şirkette işi beğenmeyen olursa kendisine kapı gösterilebilir. Hükümet icraatlarını beğenmeyen vatandaşlara “siyo”silerimiz ne gösterecek acaba? Serbest piyasa rekabet şartları ile sosyal devlet olmanın gerekleri arasında nasıl bir denge kurulacağı merak konusu. Bir de, faal olarak piyasadan alınıp bakan yapılan kişilerin şirketlerinin kamu ihaleleri ile ilişkileri nasıl olacak? Alacakları en küçük ihalede bile akıllara şaibe şüphesi gelmeyecek mi? Hiçbir ihaleye katılmazlarsa bu sefer de onlara haksızlık olmayacak mı? Bu şirket “siyo”setinin neler getirip neler götüreceğini deneyerek öğreneceğiz gibi…

Millete hesap veren Cumhurbaşkanı

Yeni hükümet sisteminde Meclis’in bakanlar üzerindeki denetimi neredeyse kaldırıldı ve Cumhurbaşkanı’na verildi. İlaç fiyatı belirlemekten, memur atamalarına ne kadar yetki varsa bünyesinde toplanan Cumhurbaşkanlığı makamını kim denetleyecek? “Kimseye hesap vermeyen kral Cumhurbaşkanlığı’ndan, millete hesap veren, demokrat Cumhurbaşkanlığı’na geçildi” ifadesi gibi, somut bir delilden neş’et etmeyen ümitler anlamlı mıdır?

Bir şahsın, mahkemeye intikal etmiş bir fiilinin muhakemesi yıllarca sürebiliyor ve bazı durumlarda tam olarak hakkında hüküm vermeye yetecek kadar bilgi-belge elde edilemeyebiliyorken, kararları milyonlarca insanın hayatına dokunabilen-değiştirebilen, icraatlarının tesiri milyarlarca dolarları bulabilen hükümetin, görev süresi içerisinde verdiği sayısız kararın denetimi beş yılın sonunda halkın önüne konacak sandıkta verilecek “Evet” oyu ile mi denetlenmiş olacak? Ben şahsen, sandıkta önümüzdeki dönem için bizi yönetmesini istediğimiz kişi/partileri seçmemizin istendiğini sanıyordum.

Beş yıllık süredeki hükümetin bütün icraatını denetleyip onayladığını düşünen bir vatandaş, milyonlarca kişi için verilen işten atma-göreve atama kararları, verilen ihaleler, ödenen/tahsil edilen paralar, cezalandırılan/taltif edilen vatandaş/kurumlar gibi sayısız kararın her birini notlamış oluyor, he mi? Arada beğenmediği ve onaylamadığı bir husus varsa ne olacak? Hükümetin göreve başladığı gün, bir usulsüzlük tespit eden vatandaş, hesabı kesmek için beş yılın geçmesini mi bekleyecek? Tekrar seçilmeyi başaramayan bir hükümetin suçlu olduğu mu anlaşılacak?  Seçimi kaybedince hapse mi atmalıyız? Tek bir mühürle Cumhurbaşkanı’nın verdiği hesabın resmini çizebilir misin Abidin?

Aslında, görev sürelerinin sonunda hükümetlerin bütün icraatları ve kararları vatandaşların ibrasına sunulabilir. Dönemi boyunca yapılan bütün faaliyetler listelenir ve her bir faaliyetin yanında onaylama veya reddetme kutusu bulunur, bütün vatandaşlar bütün icraatları tek tek gözden geçirip kararını verir. Vatandaşın aklamadığı icraatlar mahkemeler tarafından incelenebilir. Evet, bu ibra sistemi yapılırsa, doğrudan halka hesap verildiğine inanabiliriz. Ciltlerce kitap çıkar ortaya; kim, ne kadarlık bir sürede okuyacak ve nasıl değerlendirecek derseniz, denetim işini bizi temsil etmek üzere vekalet verdiğimiz Meclis’e havale edersiniz, Meclis gerekli mekanizmaları kurup işleterek hepimizi bu dertten kurtarır.

Tren Kazasındaki Ana Sır

Seçimler bitmiş, fakat yeni sistemdeki hükümet henüz teşekkül etmemişken, Çorlu’da müessif bir tren kazası haberi aldık. Seçim bitmiş olduğu ve ortadan kaybolduğu için eski hükümetten hesap soramayacağız, e yeni hükümet de ortaya çıkmamıştı ki ona bir şey soralım…

Haydi bu kazada hesap sorulması gerekenleri tespit etmeye çalışalım. Bir kere, rayların paralel yapıda olması çok dikkat ve şüphe çekici. Tabii, bu meselede bütün suçu raylara atmak yanlış olur. Menfez üstünde gevşek duran toprak, onu hareket ettiren yağmur, yağmuru yağdıran bulut, bulutları o bölgeye taşıyan rüzgâr, o bulutların oluşmasında etkili olan ısı, ısı kaynağı olan güneş, insan kalabalıklarından meydana gelen ısı adaları(inanmayan meteorolojiden teyit etsin, ben onlardan duymuştum), buharlaşan su… Bunları asla görmezden gelemeyiz. Kısaca, kazanın sebebi “anasır-ı erbaa” olarak bilinen su, ateş, toprak ve hava! Kazadaki ana sır bu! Eski ve yeni hükümetler bu kıyağımı unutmasın, hesabı da bu sefer böyle kapatmış olalım…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sirket-siyo-seti_467565

Zaman Zam Zamanı

Zaman zam zamanı
Seçim vaktinin süslü, vaatli ve ikramlı kısımları bitti, hayatın gerçekleri ile yüzleşmeye başladık. Efendim, iktidar partisinin bu seçim döneminde en çok kullandığı slogan kalıbı “Vakit … vakti” şeklindeydi. Vakit kelimesinin eş anlamlısı nedir? Zaman. Zaman içinden, bulunulan an çıkarılırsa “zam” kalır. Aslında gelecek olan zamlara selam çakmışlar da, çok anlamamışız veya anlamak istememişiz.

Ufaktan ufaktan, her şeye zam gelmeye başladı. Kimi ürünlerde ÖTV büyümesi olarak kendini gösteren zamlar, öncelikle vatandaşın en az tepkisini çekecek ürünlerde beliriyor. Kahir ekseriyeti mevcut hükümetin güdümünde olan basında güncelleme, düzenleme, yapılandırma, ayarlama ve benzeri kelimelerle geçiştirilen ve kimi zaman müjde olarak duyurulan zamlar, pazardaki sebze meyve fiyatlarından başlayarak el yakıyor. Sayın vatandaşlar, lütfen algılarınızın ayarlarına dokunmayınız, o ayarlar matbuat vasıtasıyla merkezi olarak yapılmaktadır. Daha az ekmek israf edilecek diyen var, yüksek enflasyon haberini, ücret atış miktarını enflasyon değeri ile orantılı alacak kişilere muştulamak suretinde verenler var… George Orwell’in 1984 kitabındaki senaryolarla benzerlikleri biz söylemekten bıktık, onlar yapmaktan bıkmadı.

Enflasyon-Zam Sarmalı

Temmuz ayının ilk günlerinde enflasyon değerleri geldi. Günlük hayatımızın içinde hissedilenden düşük gelmiş olsa da ekonomik plan ve programlar içerisinde beklenen rakamın üzerinde çıktı. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, son dönemde yapılan yüksek zamları enflasyonla ilişkilendirerek  “enflasyonun bu kadar çok çıkması bazı fiyatları da otomatik olarak kendi içinde sarmala dönüştürüyor” dedi. Enflasyon yükselince fiyatlar otomatik artıyormuş, bu işte kimsenin kabahati yok gibi geliyor bana, neden derseniz; Enflasyon neden yükseldi? Çünkü döviz kurları ve faizler yükseldi. Onlar neden yükseldi? Çünkü bizi kıskanan dış güçlerin oyunu bitmiyor. Gördüğünüz gibi ekonomi ve ülke yönetimimiz bu işin hiçbir yerinde yok, o yüzden lütfen kimse onlara laf etmesin.

Su-i Zam, Hüsn-i Zam

Vatandaşlar nasıl karşılıyor zamları? Bir kısmı, “millet olarak bu zamlara müstehakız, zamları yemeden onlara oy verenlerin aklı başına gelmeyecek, oh olsun, yağmur gibi gelsin zamlar” diyerek “su-i zam” ediyor, adeta şöyle bir şarkı söylüyor:

“Ektiklerini biçtin oh olsun
Az mı çektirdi bana
Kül oldum yana, yana
Sıra geliyor sana oh olsun”

Diğer kısmı da “gerekli olmasa bu kadar zam yapılmazdı, canımız feda olsun, sesimiz çıkarsa namerdiz” diyerek “hüsn-i zam” ediyor. Hüsn-i zamcıların şarkısı ise şöyle:

“Hiçbir şeyde gözüm yok, sen iktidar ol yeter
Kapkaranlık odama, ampül gibi doğ yeter
Enflasyon vururken zamma
Dalarken insanlar gama
Laf söyletmem ağama, usulca seçil yeter”

Ülke olarak ya hüzün ya da sevinçlerde mutabık kalıyorduk. Hüzün ve sevincin bir arada olduğu garip bir toplumsal mutabakat yaşıyoruz ve bu iyi bir şey mi, bilmiyorum.

Yeni Sistem ve Erken Seçimler
Parlamenter sistem içerisindeki Bakanlar Kurulu, son çıkardığı KHK ile Bakanlar Kurulu’nun icra ettiği bütün yetkileri Cumhurbaşkanı’na devretti. Ne diyelim, bu devir işlemi 16 Nisan referandumunda oylanmıştı, şimdi dövünmenin bir anlamı yok. İnşallah enflasyonu, faizleri ve işsizliği indirme yetkisi de verilmiştir. Yetki azlığından muzdarip olup iş yapamamaktan yakınan yöneticilerimizin maharetlerini bekliyoruz. Hadi, inşallah…
Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerden MHP tarafının isteğiyle başlayan süreçte erken genel seçimler yapıldı. Şimdi de BBP, yerel seçimlerin erkene alınması çağrısı yaptı. Dikkate alınır mı bilemem ama alınırsa partilerin ağırlığı nispetinde bir erken seçim çağrı hiyerarşisi oluştuğu söylenebilir. İttifak’ın en küçük ortağı Hüdapar’a da artık muhtarlık seçimleri için erken seçim çağrısı yaptırırlar mı bilmiyorum…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/zaman-zam-zamani_466907

Kazanmak İstemeyen Partilere Tavsiyeler

Kazanmak istemeyen partilere tavsiyeler
Seçimler bittikten sonra hummalı bir yorumlama faslı başlar: “Vay efendim, seçmen burada yaşadığı kenti bir çöle benzetmektedir”, “Vatandaş şu partiye ‘sen biraz daha dinlen’ demiştir” , “B partisi emanet oyları toplamıştır”, “Falanca siyasetçinin şu hatası olmasaydı, şimdi partisi mecliste olurdu”, “Filanca parti şunu vaat etse, tek başına iktidardı”

Genelde yorumcular “ne yapılsa daha başarılı olunurdu?” sorusuna cevap vermeye çalışır. Tabii, araba devrildikten sonra akıl vermek, cevap ortaya çıktıktan sonra onu “sorulamak” nispeten kolay. Biz de, bir seçimde başarısız olmak isteyenlerin yapması gereken şeylere odaklandık. Demokrasi ve hukukun işlediği normal bir ülkeyi baz alarak, kendini tamamen bitirmek isteyen bir siyasetçi/partilere tavsiyelerimiz şöyle:
  1. Rakibiniz olması muhtemel ve geçmişte beraber çalıştığınız kişilerin bahçesine, imkânınız varsa helikopter indirin ve onlara “güle güle” manasında elinizi sallayın. Ziyaretiniz basına yansırsa, “dostça bir ziyaretti” deyip geçiştirin.
  2. Mitinglerinize başka şehirlerden otobüslerle insan taşıyın, altında çalışan memurlara/çalışanlara mitinginize katılma baskısı yapabilecek tanıdıklarınız varsa onları harekete geçirin. Sokakta bir şeyler satıp iki kuruş kazanma peşinde olan insanları, Suriye, Afganistan, Pakistan vb ülkelerden gelen göçmenleri toplayıp ellerine bayraklar, flamalar verin. Mitinginizi görenler şunu demeli:

“Nedir şu falancanın mitingi, var mı ki dünyada eşi
En kesif kalabalıkların katlarını düşün; dördü beşi!
Eski Türkiye, Yeni Türkiye bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi mahşer mahşer…
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Sloganlar denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Yeter ki, sonunda istediği skoru göstersin tabela!”

  1. Çıktığınız televizyon programları mümkün mertebe sıkıcı olsun ve seyircileri, bir yerli dizi veya bir adada toplaşıp oynadıkları oyunların arasına her türlü fitne-fesat kaynatan insanların yarışması kadar ilgilendirmesin.
  2. Katıldığınız programlarda sorular önceden belirlenmiş olsun ve cevapları da gözünüzün önünden film şeridi gibi aksın. Benzetme olarak değil, bildiğin, bir ekranda yazılar aksın işte. Aksaklık yaşanıp akmamaya başlarsa, aklınızda ne varsa onu anlatmaktan korkmayın. Susup beklerseniz, o da olumlu.
  3. Gerçek vatandaşların gerçek soruları ve problemleri size iletildiğinde, onlara küçük teessüfler edin ve konuyla ilgisiz cevaplar verin. Hatta cevap veremeseniz bile olur, su için!
  4. Seçim çalışmalarınız sırasında hangi zamanda ve nerede olduğunuzu karıştırın. İnsanlara yanlış hitap edin. Cam ekranda yazılı olsa bile kelimeleri yanlış telaffuz edin.
  5. Cevabı evet/hayır olabilecek sorular sorun ancak sorularınızı dinlemeden ne olursa olsun “eveeeet” cevabını alabileceğinizi bilin ve tuzak soru sormaktan çekinmeyin. Yanlış cevap verirlerse hemen yüzlerine vurun. Seyircileri ayağa kaldırın, oturtun, şaşırtın.
  6. Gittiğiniz yerlerdeki önemli eserleri kim yapmış olursa olsun sahiplenin. “Biz yaptık, biz!” deyin. Merak etmeyin, saatlerce öncesinden miting alanında toplanıp yeterli kalabalık oluşuncaya kadar ayakta dikilen ve güneşin altında bekleyen herkes bunun farkına varmamış gibi davranacak ve alkışları eksik etmeyecektir.
  7. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum hakkında vatandaşa bilgi vermenize gerek yoktur. İleriye dönük, katma değeri yüksek, üretim ve istihdama artırmaya dönük projeler üzerine çalışıp kendinizi heder etmeyin.
  8. Kendinizle çelişmekten korkmayın, idam cezası yanlısı gibi görünürken af sinyalleri de verin.
  9. Rakiplerinizin vaatlerini iyi takip edin ve anında itibarsızlaştırın, misal; “OHAL’i kaldıracağız” mı dediler, hemen bunu isteyenlerin teröre destek verdiğini söyleyin. Memur maaşlarına zam, ikramiye gibi şeyler mi vaat ettiler, hemen kaynağını sorun, “olsa biz yapmaz mıydık” deyin. Bedelli sözü veren olursa vatan görevinden ancak hainlerin kaçtığından bahsedin. “Parası olan askerlik yapmayacak, olmayan da şehit olacak, olmaz öyle şey” deyin. Göçmenleri memleketlerine göndereceklerini söyleyenleri ırkçılıkla suçlayın ve ensar-muhacir anlayışından nasibi olmadığını haykırın.
  10. Baktınız ki rakiplerinizin vaatlerinin toplumda karşılığı var ve prim yapıyor. Aynı şeyleri hemen siz de söyleyin:
“OHAL’i kaldırmak bizim de istediğimiz şey! İstesek hemen kaldırırız, nedir yani?”
“Memur maaşları çerez parası bizim için”
“Askerlik yapmayı bekleyen 6 milyon insan birikti, hepsine askerlik yaptırmaya kalksak 65 yıl geçer. İsteyen de çok madem, bedelli hazırlıkları başlayacak”
“Göçmenlerin ülkesini güvenli hale getirip onları ülkesine göndermek önceliğimizdir”
…ve kimsenin bunu fark etmeyeceğini umun.
  1. Aynı anda kaç tv kanalında yüzünüz görünebilirse kâr, yüzüm eskir mi, insanlar beni görünce bıkkınlık göstermeye başlar mı diye düşünmeyin, şehirlerin caddelerini, sokaklarını, AVM panolarını, şehirlerarası yolların kenarlarını, kısaca her yeri boydan boya resimlerinizle kaplatın. Araba ile geçenler kafalarını nereye çevirirse çevirsin, resimlerinizle akan bir görüntü ile karşılaşsın.
  2. Unutmayın, bütün başarıların bizzat sahibi sizsiniz. Aksayan durumlardan müesseseniz değil, iç-dış mihraklar sorumludur.
  3. Kutuplaştırın, ötekileştirin, gerin, gerginlikten medet umun, bulanık suda balık avlayın. Unutmayın, ne kadar hain, alçak, terörist, işbirlikçi, münafık varsa size karşıdır, size karşı olan herkes de bunlara zımnen yardım ediyordur. O zaman size karşı olan herkesi aynı kefeye koyup rahtlıkla düşman üretebilirsiniz. İhtiyacınız olan düşman kotasını dolduramadığınızı düşünüyorsanız kendi seçmeninize de sataşabilirsiniz. Dozu fazla aşmadan “münafık” demek yeterli olabilir.
Bu 15 maddenin hepsini uygulayanlara “hey 15’li 15’li, seçim yolları taşlı” türküsü gönderilir ve başarısız parti kategorisinde başarılı oldukları söylenebilir, ancak bunları yapıp da iktidar olursa bir yerlerde çok büyük yanlışlıklar olması muhtemeldir…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kazanmak-istemeyen-partilere-tavsiyeler_466242

Video İmam Uygulaması


Seçim zamanları ilginç tartışmalar hep olur, rakipleri kızdıracak, zora sokacak konular gündeme getirilir. Geçen hafta bu şekilde gündeme gelen konulardan biri siyasilerin camide namaz kılarken resimlerinin olup olmadığı idi. “Namaz gibi sübjektif olan ve öyle kalması gereken bir ibadetin objektiflere yansıtılması ne kadar doğru, ne kadar objektif değerlendirilebilir?” dediniz galiba… Ben öyle demiştim çünkü.

Video Hakem Uygulaması 

Konuyu biraz şöyle düşünelim; bu seneki dünya kupası maçlarında video hakem uygulamasına geçildi. Bu uygulama ile tartışmalı olan pozisyonlarda hakemler görüntülere bakarak daha doğru kararlar vermeye başladı. Ceza alanı içerisinde yere düşen bir rakip oyuncu oldu mu gözler hakeme dönüyor hemen. Hakem karar vermeden önce veya yanlış karar vermesi durumunda kulağına üflüyorlar. Bir güzel dinleyen hakem, “böyle konuşarak olmaz en iyisi gidip gözlerimle göreyim” diyerek kenarda duran ekrana bakıp kararını veriyor veya verdiyse değiştirebiliyor.

VİM’ler Ne İşe Yarayacak?

Fani bir dünya ve kupası için böyle teknolojiler kullanılabiliyorsa, ahiret kupasını kazandırabilecek cami ve namazları bu imkanlardan neden mahrum edelim? Camilerimizde de pekâlâ video imam (kısaca VİM) uygulaması kullanılabilir. Ne işe yarayacak bu uygulama? Dikkatinizi çekmiştir, camide cemaatle namaz kılarken kendi rahatından taviz vermeden sağındaki solundaki insanları sıkıştıranlar olur. Secdeye kimin ilk gideceği konusunda yarış yapılır bunlarla. Böyle biri secdeye ilk giderse kollarını neredeyse gövdesi ile 90 derece açı yapacak şekilde açıp etrafına secde imkanı tanımazlar. Ha, secde yarışını kaybeden yanındaki, kıyama kalkarken dirseğini hafiften dışarı doğru sarkıtır ki, yanındaki adam kalktığında omzunu çarpsın veya alanının daralması suretiyle cezasını çeksin. Bazen de bulunduğu saftan bir ayak geride namaza duran insanlar olabiliyor. Arkasındaki safta namaza duranlara Allah sabır versin. Eskiden kırk halılı camiler vardı saffı düzgün tutmak nispeten daha zordu. Şimdi tek parça ve üzerinde saf çizgileri çizili olan halılar var, mübarek neden dikkat etmeden duruyorsun namaza? Peki, cami girişinde ayakkabılığın hemen önünde sünnet namazlarını uzun uzun kılan arkadaşlara ne demeli? İşte bunlar ve benzeri hususların tespit edilmesi için video imam sistemi kullanılabilir. Cemaatten insanların birbirini uyarması hoş olmaz, kamera sistemiyle uyarılması gereken kişileri tespit eden imam, usulünce uyarabilir.

Siyasilerin namazlarını takip etse video imam neler yakalayabilir? Sadece seçim zamanında camilere uğrayanları tespit etmeye yarayabilir. Bir namaz vakti içerisinde her gittiği camide farz namazlarını kılan siyasileri yakalayabilir. Gideceği yere geciken siyasiler için ertelenen ezanları kaydedebilir. Camide protokol uygulaması yapan siyasetçi yardakçılarını yakalayabilir.

Patates ve Soğan

Fakirinden zenginine herkesin mutfağından eksik etmediği patates ve soğan fiyatları rekor kırdı, haliyle ülke gündemine oturdu. Bir kilosu bir doları geçince pazar filesi nasıl nasıl dolar diye kara kara düşünmeye başladık. Sebebi hakkında çok farklı şeyler konuşuluyor tabi. En yaygın kanaat dış güçlerin fiyatlarla oynayarak ülke ekonomisini felç etmek istemesi. Havuz kanallarından birinde yayınlanan bir tartışma programında Ankara ve çevresine aşırı yağan yağmurda “dış güçler”in parmağının olduğu konuşuldu. Patates ve soğan en çok nerede yetişir diye baktığımızda Niğde, Nevşehir gibi Ankara dolaylarını görüyoruz. “Büyük resim” üstatlarının teorisiyle uyumlu değil mi? Yağmurların etkisiyle tarlada çürüyen mahsüller ve ürün arzındaki azalışa bağlı fiyat artışı… Dış güçlerin en çok müstafi belediye başkanı Melih Gökçek’i hedef aldığını biliyoruz. Muhtemelen onun istifa ettiğini bilmiyorlardır, yoksa bu kadar uğraşmazlardı. Hükümetin konu ile ilgili çözümü ithalatın önünü açarak fiyatları indirmeye çalışmak. Hükümet başka işlerinde olduğu gibi hemen bir patates ve soğan ihalesi açacaktır muhtemelen. Kazanan firmaya hazinenin kefil olduğu ve soyulma garantili soğanların vatandaşın önüne konulmasından korkuyorum.
Yerli üreticimizi zora sokan ithal ithal soğanları ülkeye sokanlara ve vatandaşların cebini soyan soğanlara fırsat vermeyelim, büyük oyunu bozalım…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/video-imam-uygulamasi_465550

Tayy-ı Mekan ve Tayy-ı Zaman


Tayy-ı mekan ve tayy-ı zaman

Harikalar asrındayız… Geçmişte “olmaz, yapılamaz” denilen pek çok şeyin bugün artık rahatlıkla yapılabildiğini görüyoruz. Örnek mi istersiniz, “2019 yılında normal zamanında yapılıncaya kadar kesinlikle erken seçim olmayacak” denildiği zamanlarda, hiçbir bakanın ve milletvekilinin de haberi yokken 24 saat içerisinde erken seçim kararı alındı.

Seçim kampanyaları süresince de pek çok harikalarla müşerref olduk. Gerçi bunların bir kısmı, seçim kararının alem-i şehadette bize görünmesinden önce oldu ama seçime müteallik oldukları için aynı kategoride sayılabilirler. AKP Genel Başkanı ve dahi Cumhur’un Reisi, miting için gittiği yerlerde, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi zamanın ne büsbütün içinde ne de büsbütün dışında, yekpâre, geniş bir anın parçalanmaz AKışında olduğunu gösterdi. 1987’de açılan İzmir Adnan Menderes Havaalanı’nı kendilerinin açtığını, 1992 yılında açılmış olan Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’ni kendilerinin kurduğunu söyledi. Söylemesi çok zor olan Zongoogledak, Zognunla(niye böyle oldu anlamadım, tamam söylemesi gerçekten çok zor da, yazması neden bu kadar zorladı bilmiyorum) Karaelmas Üniversitesi kuruluşunu da kendilerinin yaptığını söylemişti. Muhtelif zamanlarda, muhtelif yerlerde bunlara benzer şekilde bazı tesisleri kendisinin kurduğuna dair açıklamalar yaptı ve insanlar bunları anlamakta zorlandı. Bingöl’de toplanan insanlara hitaben “Diyarbakır, neden ses vermiyorsun” diye seslendi. Denizli mitinginde seslenme biçimi doğruydu, ancak cevabın Ödemiş’ten gelmesi şaşırttı. Tek parti döneminde doğduğunu ve okula da bu dönemde gittiğini söyledi hâlbuki doğduğu tarih olan 1954’te Demokrat Parti iktidardaydı. 1983 doğumlu kızının 12 Eylül 1980 öncesinde yazdığı mektupların sırrı hala çözülebilmiş değil.

AKP: Asıl Kuantum Partisi

Bütün bunlar, ancak tayy-ı zaman ve tayy-ı mekân gibi kavramlar ile açıklanabilir. Klasik Newton fiziği ile izah edilemeyen bu harika durumlar, muhtemelen madde-enerji dönüşümleri, ışınlanmalar, uzay-zaman bükülmeleri ve karadelikler gibi kuantum fiziği alanına giren konularla ilgilidir. Seçim yarışına dahil olan fizikçi adayın ne bir uzay-zaman büktüğünü, ne ışınlandığını, ne aynı anda holografik görünümlerde farklı yerlerde tezahür ettiğini gördük! Bu manada,  AKP: “Asıl Kuantum Partisi” olduğunu ispat etmiştir. İşte AKP’nin yararlandığı temel fizik ve kuantum teorileri/yapıları:

Sicim teorisi: AKP kitlesini oluşturan en temel seçmen grubunun bir nokta değil, sicim denilen (tel gibi) saflardan meydana geldiğini öne sürer. Seçim dönemlerinde bu sicimler çok işe yarar. Safları sıklaştırdın mı tamamdır. Burada aslolan, “seçi-mikro” seviyede gerçekleşen titreşimlerdir. Dinamizm, bu teorinin temelidir.

İzafiyet Teorisi: Klasik fiziğin her yerde geçerli olduğu fikrine vurulan darbeyi “Eniştayn” haber vermiştir. En temel formülü enerji ile ilgilidir: E=mc2. AKP’nin enerjisi de “emce beraber, kanca beraber” düşüncesi ile artmıştır.

REİSenberg’in Belirsizlik İlkesi: Reis’in dönüş hızı bilinirken konumu, konumu bilinirken ümmetin dönüş hızının bilinemeyeceğini anlatan ilkedir. Dönüş hızlarına ayak uyduramayan seçmenin, herhangi bir sorgulama yapmasına fırsat tanımayacak şekilde karşısına bu belirsizlik çıkarılır ve tarafını seçmesi istenir. Kararsız seçmen adeta elektronlarını teslim ederek kararlı bileşikler içerisinde yer alır. Partinin kendi seçmenleri veya diğer partilerle ironik bağlar kurduğu görülmemiştir. Geçmişte bir “Apolar kovalent bağ” kurma teşebbüsü, masanın devrilmesiyle sonuçsuz kalmıştır.

Pauli’nin Dışarılama İlkesi: Kendilerinden olmayan, “oybitallerdeki” spinleri zıt yöndeki herkesi terörist, hain, münafık olarak tanımlayıp dışlarlar. Gerektiğinde 155’i ararlar, hâînleri tutuklatırlar.

Atomaltı Partiküller: Parti küllere ve kül rengi olan betona ayrı bir önem vermiştir. “Kül feye’kül” kanununun kendisine verdiği imar izni ile her yeri tek emirle kül rengi betona dönüştürür. “Kül feye’kül” işleri o kadar çoğaldı ki meşhur “yiyor ama çalışıyor” cümlesini netice verdi.

Fizik ve ötesi kanunları siyasi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için fizik hocası veya profesörü olmak gerekmiyormuş demek ki…

Biz Tek, Sen Hepiniz!

Biz tek sen hepiniz
Çocukluğunda sokakta oyun oynama şansı bulmuş olan insanlar hemen hatırlayacaklardır: bir takım oyunu oynanacağı zaman, takımlar arasında güçler dengesi oluşturmak önemlidir. Yaşça veya beden itibarıyla daha büyük olanların, bir özgüven patlaması ile “ben tek, siz hepiniz!” dediği zamanlar olurdu.
Ülkemizde mevcut iktidar da, iç-dış her türlü düşmanlara(!) karşı tek başına mücadele edebileceğini iddia edip “ben tek, siz hepiniz” diyerek puan toplamaya çalıştı. Askeri vesayetin, bürokrasinin, basının, sivil toplum kuruluşlarının ve bilcümle yedi düvelin tekmili karşısında durduğunu söyleyip mağduriyet üretiyordu.

iktidar Taş Yemedi, Yarımşardan Beş Yedi!

Derler ki, vaktiyle kocasını kaybetmiş, 10 çocuk annesi fakir bir kadın varmış. Günün birinde on tane yumurta bulmuş, haşlayıp kahvaltıda çocukların önüne koymuş. Her bir çocuk bir yumurta alınca anneye yiyecek bir şey kalmamış. Ne yiyeceğini soran çocuklara “ananız taş yesin” demiş. Onun bu durumuna üzülen çocuklardan biri yumurtasının yarısını annesine vermiş. Onu diğer çocuklar da takip edince, yarımşar on yumurtadan, toplam beş yumurta yemiş kadın! “Ananız taş yesin, yarımşardan beş yesin” sözü böylece deyim olarak gelmiş. Türlü mağduriyetleri bahane eden AKP, dini cemaatlerden, AB destekçisi gruplardan, liberallerden, “yetmez ama evet” bloğundan ve pek çok kişi ve gruptan destek aldı.

“Güç Bozar, Mutlak Güç Mutlaka Bozar!”

Seçimlere az bir zaman kalan bugünlerde, iktidar partisi devletin resmi televizyonunu parsellemiş durumda. “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile devam edelim” cümlesi TRT Haber kanalında sunucu tarafından sarf edilmiş. Özel televizyon ve gazetelerin kahir ekseriyeti hükümet kanalı gibi aynı manşetle ve ortak yayınlarla çıkıyor. Doğu ve Güney Doğu’da Vali, Kolordu ve İl Jandarma komutanları ile Emniyet müdürü AKP için oy istiyor. Bazı camilerde mitinglere katılım için çağrı yapılıyor. Muhalefet partilerinin afişleri kesiliyor, seçim standlarına saldırılıyor, yaralanan insanları taşıyacak ambulansa yol vermek için talimat gelmesi bekleniyor. Allah var, miting alanlarına giden yolların güvenliği çöp kamyonları ile sağlanıyor! Farklı dünya görüşleri de olsa, ortak dertlerden muzdarip olan ve evrensel değerleri savunma noktasında birleşen muhalefet adeta “biz tek, sen hepiniz!” diyor.

Bütün Diplomalara Hükmeden Tek Diploma

Hükümet propagandası yapması ile meşhur bir kanalda, varlığı tartışma konusu olan meşhur diploma ile ilgili enteresan bir iddia ortaya atıldı. Efendim, dendi ki, o diploma Cumhurbaşkanı’nın düşmanı olan bir grup tarafından yok edilmiş olabilirmiş. Çok makul gelmedi bana, neden derseniz tek bir kişi veya grubun yapabileceği iş değil. Bütün diplomalara hükmeden tek diplomayı ortadan kaldırmak için “Yüzüklerin Efendisi” adlı, filmi de çekilen meşhur kitap setindeki gibi bütün muhaliflerin “diploma kardeşliği” adı altında bir konsorsiyum oluşturmuş olması daha muhtemel. Şöyle düşünün; Öfkesini Savuran, Mormora diyarında dövdürdüğü diplomayı kaybetmiş, ona bağlı çalışan AK Karuman önderliğinde yetiştirilen kindar nesil ve “Hüloğrk” ordusu hummalı bir biçimde diplomayı aramaktadır. Bir şekilde diplomayı ele geçirmiş olan “beş benzemezler” ittifakı, diplomayı üretildiği üniversitenin öğrenci işlerine götürüp orada yok etmeyi başarır ve Kartal minibüsüne atlayıp oradan uzaklaşır. Çok mu fantastik geldi, neticede öyle iddiaya böyle senaryo!
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/biz-tek-sen-hepiniz_464262

Öne Çıkan Yayın

Gözlükler

  İbrahim Özdabak Karikatürü   “Artık önümüzü göremiyoruz” sözünü ilk duyduğunuzda aklınıza: “Tabii canım, nasıl adım atacağımızı şaşırdık...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: