Evvel zaman içinde, kalburüstü olduğu söylenen ekonomiye rağmen ithal edilen saman içinde... Bir pire, bir pireye “bre pire, gel beraber bir berber dükkânı açalım” demiş iken, KDV’ler TL iken, bu masalı ileride okuyacak olan torunların dedelerinin zamanında verilmiş olan müteahhit garantileri dolarla tıngır mıngır ödenmeye başlanmış iken...
Uzak mı uzak diyarların birinde, kendilerini dev aynasında gören bir ülke varmış. Durumlarının fevkalâde iyi olduğuna inanmışlar ya bir kere, zengin ülkelerin yaptığı gibi bir “varlık fonu” kurmaya karar vermişler. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki gibi cari fazlası veren bir ticaretleri ve üretimleri olmadığı için, komşuları olan BİMbir gece masallarından, adı “La Fon” olan çakma bir fon temin etmişler.
Böylece La Fon’dan masallar devri başlamış. Vatandaşlara “öyle zenginsiniz ki, buzdolabı olmayan ev yok” diyorlarmış. Buzdolabının görünmeyen kısmı olan kapağının içindense hiç bahsetmiyorlarmış. Bir ara, dolabın içini doldurmak isteyen vatandaşlar için tanzim çadırları kurmuşlar. Haliyle, çadırların önünde uzun kuyruklar oluşmuş. Kuyruğa girmiş insanların görüntüsü karizmalarını bozmasın diye ona da varlık kuyruğu demişler.
Ülkede bir felâket yaşanmışsa, yardım bekleyen mağdurlara izbandut gibi “İBANdut” fırlatmışlar. Devletin o işler için kullanılan fonunda para mı yok diye soranlara hain, terörist etiketi yapıştırmışlar. “Sırası mı şimdi, birlik olma zamanıdır, siz size yetersiniz” deyip çıkmışlar aradan.
Sıva selleriyle her tarafa beton çalınır, çamlı ormanlar bölük bölük bölünürmüş. İstisnalarla imar planları delinir, Kiramen-Kâtibin’den hallerini böyle yazmaları istenirmiş. Dört bir yanı betona bulanmış bu ülkede cemre düşmezmiş. İkinci emre kadar taş düşermiş. Meselâ damadı eleştiren yurttaşların başına damat kadar taş düşer ve bir sonraki eleştiriye kadar düşmeye devam edermiş. Başlarına küçük taşların düşmesini isteyen kişilerin küçük şeyleri eleştirmesi gerekirmiş.
Emir ve buyruklar, davul zurna eşliğinde, “med-yal”lar denilen tellâllar vasıtasıyla halka iletiliyormuş. Makbul bir Med-yal, aka aka dolmuş bir havuzdan sınırsızca yararlanırmış. Kabul görmeyenleri ise resmî ilânattan mahrum bırakılırmış. Habercileri kontrol eden RTEÜK (Reisin Tellâlları Üst Kurumu) namındaki kurum, hoşlanmadığı herkese bol bol ceza yazarmış.
RTEÜK, kaynaklarını kuruttuğu habercilerin ayakta kalabilmek için dışarıdan fon bulduklarını öğrenince küplere binmiş. Bunu da bahane eden yöneticiler, yalan haberlerle mücadele etmek adına bir kanun çıkarmaya koyulmuşlar. Kanunun adı “tez enformasyon kanunu” olacakmış. Yalan haberlere beş yıla kadar zindan cezası verilecek olan kanunun sloganı “kaynağı tek enformasyon, tez enformasyon, yok olsun dezenformasyon” şeklinde olacakmış.
Halkın kafası karışmış tabiî, bir haberin kime göre, neye göre yalan olduğuna nasıl hükmedilecekmiş? Verileri tekelinde bir silâh gibi tutan devlet, “veri tabanı’casını” kullanarak, bizzat kendisi “veri TÜİKasti” yapıyormuş çünkü. İşsiz sayısı artarken işsizlik oranının düştüğü açıklanıyor, bütün fiyatlar katlanırken enflasyonun düştüğü ilân ediliyormuş. Hasta sayıları gizleniyor, afetlerde ölü sayıları az gösteriliyormuş. Hele, deprem şiddetini olduğundan düşük göstermenin mantığını kavramak zormuş. Yıllar boyu, Allah’ın her günü, emekliye zam müjdesini manşetten veren gazeteye kimse “bu neyin zammı, hani nerede?” diye sormuyormuş.
Bütün dünya ülkelerinin vatandaşlarına bedava sağladığı bir hizmet için, milletin gözünün içine baka baka, “falanca ülkede 100 euro alıyorlar, biz parasız veriyoruz” diyen devlet görevlisine bu kanun uygulanacak mıymış? Ya da, aralarında sadece bir kaç gün geçen “uçağımız hiç yok”, “uçağımız var, ama bozuk” ve “komşulara istedikleri kadar uçak verebiliriz” gibi birbiri ile çelişen cümleleri kuranlara ne denecekmiş? Etkili dış polika sonucunda bölgede nüfuzunun arttığı söylenirken ülke nüfusunun göçlerle arttığını gören vatandaş, kimi kime şikâyet edecekmiş? Yine, bir kaç gün arayla verilen “göç yoktur”, “göç vardır, ama düzensiz değildir”, “duvar inşa edeceğiz, kimse giremez”, “kapıları açmayıp ne yapacaktık?” ve “o kadar da göç olmadı, yalan söylemeyin, şu kadar kayıtlı ve bu kadar da kayıt dışı göçmen geldi” açıklamalarının hangi birine inanacakmış? “Kayıt dışı verileri nereden biliyorsun, rakamı verebiliyorsan kaydetmişsin demektir...” demek isteyenler varmış, ama diyemiyorlarmış.
Nasıl bitiriyorduk, tamam: Gökten “göç alma” düşmüş...
Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/la-fon-dan-masallar_548309
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetlendikten sonra uygun görülürse yayınlanacaktır. Genel ahlâka mugayir ifadeler, hakaretler veya spam türündeki muhtevaya sahip yorumlar, takdir edersiniz ki, yayınlanmayacaktır. Onun haricinde her türlü yorum yapabilirsiniz, yapınız hatta...