Bu Blogda Ara

Arşiv

“Harcadın Kendini Be Adnan!”


Harcadın kendini be Adnan

Üniversite tahsilimi 9 senede bitirdim. 1997’de girdiğim yüksek tahsil hayatım 2006 yılında bitti. Neden bu kadar uzadığını soran arkadaşlarıma “hocanın biri bana taktı, öğrenciliğimi yaktı” diyordum şakasına...
Halbuki lise yıllarında hayaller başkaydı. Fen lisesi okuduğum için default olarak sayısalcı idim. Bense sayısalcılığı becerebiliyor olmakla birlikte sözel bölümlere daha çok ilgi duyuyordum. Hukuk mesela... Çok havalı bir bölüm gibi duruyordu ve kendime çok yakıştırıyordum. Niyeyse cesaret edemedim ve hayata çabucak atılabileceğim bir bölüme girmeye karar verdim. İki yıllık bir program olmalıydı ve iş fırsatları parlak olmalıydı. Para kazanmaya başladıktan sonra kimseyi dinlemeden istediğim bölümü seçip okuyabilecektim. Nasılsa ekstra çalışma ihtiyacı duymadan istediğim bölüme girebileceğim gibi kaynağı müphem bir özgüvenin tetiklemesiyle Bilgisayar Programcılığı bölümünü kazandım. 

Benimle ilgili beklentileri yüksek olan çevremde şok etkisi oluşturdu önlisans programı. Babama “yav Ahmet Abi, sizin çocuğun kafası çalışıyordu, neden dört yıllık kazanamadı? Fen lisesinde okuyan en gerizekalı çocuklar bile tıp kazandı” diyenler oldu. Yazık, rahmetli babam da “çocuk öyle istedi, ne yapalım, dediğine göre güzel bir bölümmüş” deyip duruyordu. Ben, ne yaptığımı bildiğimi sandığımdan öyle çok etkilenmedim. Ama bir dönem okuyup yarıyıl tatilinde Afyon Kocatepe Üniversitesi Biyoloji bölümü kazanan arkadışımla karşılaşınca biraz kendime kızdım. Söze en iyi iki yıllık programın bile en kötü dört yıllık lisans programından aşağı bir seviyede olduğunu söylemekle başladı. Konuşmalarında bir kaç defa akü kelimesi geçti ve bunun benim bildiğim elektrik yükü depolamaya yarayan akü olmadığını anlayınca merak edip akünün ne demek olduğunu sordum. Meğerse, Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin kısaltmasıymış. Yani kısaltma kullanabilme yetkinliğine sadece ODTÜ, İTÜ, KTÜ gibi belli okulların sahip olduğunu düşünen bizler için çok garip geldi doğrusu. 

Şimdi hemen kıyas edebilmeniz için söylüyorum, “AKÜ” kazanan arkadaş merkez kampüste değil Uşak kampüsündeki ikinci öğretim programı olan bölümü kazanmıştı. ÖYS puanı ile 372 puanla yerleşmişti. Taban olarak herkese 300’e yakın bir puan veriliyordu, Ortaöğretim Başarı Puanı ve ilk basamak sınavı olan ÖSS’den gelen belli puanlarla zaten 370 puan toplanıyordu, daha ÖYS sorularından gelen puanlar eklenmeden... 1997 ÖSS’de ben ayıptır söylemesi, sıralamada ilk 1500 kişi arasındaydım. İki yıllık programa bu puanla yerleştim. Ha, ÖYS’de bilerek çok yüksek bölümler yazdım, gelse gidip oralarda okurdum. Birkaç yerin tıp fakültesine yerleşecek bir puan almış fakat oraları tercih etmemiştim. Bizim zamanımızda önce tercihler yapılır, sonra sınava girilirdi. Belki puanımı gördükten sonra tercih yapmış olsam tıp veya eczacılık yazardım, bilemiyorum, zira ÖYS’de cidden kendime göre çok düşük bir puan almıştım.

İngilizce hazırlık senesi ile birlikte benim iki yıllık okul oldu mu sana 3 yıl! Güya iki yıl sonunda çalışmaya başlamayı planlıyordum. Şimdi ise tahsilimi 4 yıllık bir programla tamamlamadan çalışmaya başlamayı düşünmüyordum. "Allah insanı iddiasından vurur" diyen İsmet Özel gibi iddiamdan vurulmaya hazırlanıyordum. Yeri gelmişken, İsmet Özel de bu sözüyle bir iddiada bulunmuyor mu? Ve eğer bulunduğu iddiası gerçekleşmezse iddiasından vurulmuş olacak. Ama iddiası iddiasından vurulmak ise o zaman iddasının gerçekleşmemesi gerekirdi... Neyse, fazla kurcalamayalım.

Madem 3 yıl gitti, "bari lisans programına geçiş yapayım da okuduğuma değsin" diyerek DGS’ye (Dikey Geçiş Sınavı) girdim. Benim şansıma, DGS o sene ilk olarak uygulanmaya başladı. Hacettepe Bilgisayar Mühendisliği bölümüne yerleşince, çevremin takdirini geri kazandım. Tabii işimi şansa bırakmamak için o sene bir de ÖSS’ye girmiş ve Akdeniz Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünü de kazanmıştım. Almanca hazırlığı olan Makine mühendisliği bölümüne kayıt yaptırıp hiç okumadan, Hacettepe Üniversitesi’ni kazandığım belli olunca ayrıldım. Lise diplomamın arkasında üç üniversitenin damgası oluşmuştu. 

Hacettepe’de okuyamadım, sistemin ilk kez uygulanıyor oluşundan kaynaklanan eksiklikler, mevzuatı kimsenin bilmiyor oluşu ile birleşince beni bunalıma sürükledi. İntibak programı en fazla üç dönemde bitmeliydi ve bitmezse okulla ilişik kesilecekti. İntibak kapsamının ise net bir tanımı yoktu ve her okul kendi meşrebine göre yorumluyordu. Hangi dersten muaf olup hangilerini alacağımızın netleşmesi iki ay sürdü. Bu sürede hiç derse girmedim. Bir dönemde alınabilecek ders saati sayısı sistemsel olarak belli bir sayının üstünde olamıyordu ama biz o dersleri almasak intibak bitmemiş olacaktı ve okuldan atılacaktık. Sonradan ÖSYM başkanlığı da yapmış olan dönemin Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği bölüm başkanı Ünal Yarımağan, derslere kayıtlı olmasak bile girip geçmemizi, zamanı gelince bir şekilde sisteme ekleyebileceklerini söyledi ama bu bana hiçbir güvence vermedi. Ben önümü net olarak görmek istiyordum ve bu belirsizlikten rahatsız oldum. Okula bir türlü uyum sağlayamayınca yeniden sınava girip bu sefer Galatasaray Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümüne yerleştim.

Galatasaray’da Fransızca hazırlık okumaya başladım. Bu esnada, benden tam dört yaş küçük olup İstanbul’da bir üniversite kazanmış olan memleketten bir tanıdığımla karşılaştım. Düşünün bu çocuk orta üç’te iken ben üniversite kazanmıştım, beni gördüğü yerde neredeyse saygı duruşuna geçerdi, ki yine aynısını yaparak halimi hatırımı sordu. Öğrenciliğimin devam ettiğini duyduğu anda saygı seviyesinde kritik bir düşüş başladı. Hazırlıkta olduğumu söylediğim anda ise küçümseme ve acıma dolu ifadelerle yüzüme baktı, elini omzuma attı ve “harcadın kendini be Adnan!...” dedi. İşte o anda kendimi cidden harcanmış hissetmedim değil…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetlendikten sonra uygun görülürse yayınlanacaktır. Genel ahlâka mugayir ifadeler, hakaretler veya spam türündeki muhtevaya sahip yorumlar, takdir edersiniz ki, yayınlanmayacaktır. Onun haricinde her türlü yorum yapabilirsiniz, yapınız hatta...

Öne Çıkan Yayın

Şair Tüikî

Bu haftaki misafirimiz, şiirlerindeki serbest ölçüsü ile meşhur olmuş Şair Tüikî... Her ayın 3. günü yayınladığı şiirler toplumun bütün ke...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: