“İş ehli olmayana tevdi edildiği zaman, kıyameti bekle” mealinde bir hadis-i şerif vardır.
Bu hadisi iki yönden yorumlamak mümkündür; işlerin ehline
verilmemesini bir kıyamet alâmeti olarak anlamak, bir de bir iş ehline
verilmezse o işin kıyametinin yaklaştığına hükmetmek.
Ülkemizde işi ehline vermek konusu yanlış anlaşılmıştır maalesef, iş
vermek konumunda olanlar, işin ehli yerine kendi “ehl”ini seçerek ona
verirler. İktidarda olanların çalışmak için kendilerine yakın kişileri
ve kurumları (hak etmiyor olsalar bile) “ille de bizden olsun, ister
çamurdan olsun” hesabını seçtiklerini herkes bilir. Hatta ilginçtir,
bunu “yakınlarını korumayı” emreden âyetler mucibince yaptıklarını
söyleyip katmerli cürüm işleyenlere bile rastlanmıştır.
Haşmetli devletlüler için küçük, sıradan vatandaş için büyük
sayılacak küçük kadrolara memur alımı KPSS sınavı ile yapılmaktadır.
Ancak gelir getirisi ve prestiji yüksek kadrolara eleman alımında farklı
yöntemler kullanıldığı görülebiliyor. En çok görüleni, alınması
planlanan kişilerin özelliklerini, yapılacak işle ilgisi olmasa bile
başvuru şartları arasında saymak! Meselâ TÜBİTAK’ta atom araştırmaları
üzerine yazılım geliştirecek, Çince veya Urduca bilen bir bilgisayar
mühendisi ilânı görürsem şaşırmıyorum ve istenen diğer özellikleri
taşısam bile başvurmuyorum. Almak istedikleri kişi belli ki vakt-i
zamanında, hangi maslahata binaen olduğunu bilmediğim şekilde,
belirtilen dillerin kursuna gitmiş ve sertifikasını almış diyorum. KPSS
sınavının yapıldığı bugünlerde, bazı kurumların KPSS şartını kaldırmış
olduklarını duymak üzüntü verici oldu.
Türkiye’de her kurum böyle mi? Özel yetkinlikleri ve kişisel
özellikleri, insaflı ve adaletli bir şekilde değerlendiren ve ona göre
insanlara davranan bir yer hiç mi yok? Tabiî ki var: TSK! Zorunlu
askerlik görevi vesilesiyle toplumun her kesiminden insan, hayatının
belli bir döneminde buraya uğrar. Atom mühendisinden filoloğuna, bale ve
opera sanatçısından muhallebicisine çok geniş bir yelpazede insan
kaynağından söz ediyoruz. Herkese yetkinliğine uygun bir iş bulmak gibi
bir imkânı olmasa da komutanlarımız, her işi yapabilecek en uzman kişiyi
seçmeye azamî gayret sarf ediyorlar. Meselâ bir piyano mu taşınacak,
bakıyorsunuz kolluk çavuşu koşa koşa gelip konservatuvar mezunu iki
kişiyi alıp gidiyor!
Benim askerlik yaptığım yerde, bir gün bir uzman çavuşumuz acilen bir
ziraat mühendisi arayışına girdi. Küçük bir alaydık, aramızda fazla
meslek çeşitliliği yoktu ve yapılacak iş hakkında detay da verilmemişti.
İçimizde Ziraat Fakültesi mezunu bir arkadaş bulduk ve kendisi ile
helâlleşip gönderdik. Bahçe hayvanları konusunda uzmanlığı olduğunu
söylese de, Nizamiye Karakolu’nda bulunan çiçeklerin yapraklarının
tozlarını almak için olabilecek en uzman kişi oydu. Sivildeki işi
yatırım analistliği olan, dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir
ülkede, en iyi yatırımın nasıl yapılabileceğini bilen, adım atmadığı
bir ülke kalmamış, bir yıllık kazancı ile askerlik yaptığı süre boyunca o
alaydaki uzman çavuş ve astsubayların tamamının maaşını ödeyebilecek
bir arkadaşımız vardı. Çok şanslıydı ki uzmanlık alanına göre
değerlendirildi ve kantinci oldu.
Bir gece apar topar koğuşumdan nöbetçi erler eşliğinde alındım.
Nöbetçi astsubay, nöbetçi subay derken, alay komutanının isteği üzerine
gittiğimi anladım, ama kimse niçin çağrıldığımı bilmiyordu. En son beni
subay gazinosunun kapısında alıp içeriye götürecek olan komutan,
“ilahiyatçı çavuş sensin demek” dedi. (Ben tabiî ki, şaşırdım; zira
çavuştum evet, ama ilahiyatçı değildim. Muhtemelen dini bir vecibe için
çağırmış olmalıydılar, ilahiyatçı aradıklarına göre… Gecenin o saatinde
hangi dinî vecibe lâzım olmuştu acaba ve daha da önemlisi, ben
yapabilecek miydim?) İlahiyat değil mühendislik fakültesi mezunu
olduğumu söyledim. “Olsun” dedi ve Arapça biliyor olmanın yeterli
olacağını ekledi komutan. (Namazlarını kılan, Kur’ân okuyan ve Arapça
bilen kişileri kodlama biçimi olarak “ilahiyatçı çavuş” ilginç gelmişti
bana) İçeriye girdiğimde benden beklenen şeyin, duvarda asılı olan bir
resmin altında yazan bir yazıyı okumak olduğunu söylediler. Bütün
yetkinlikleri etkili kullanmak diye buna derim işte, ama yazıyı da
okuyamadım iyi mi? Elle yazılmış, resim kopyalanınca da iyice
silikleşmiş bir yazıydı!
***
Özel şirketlerde de durum çok iç açıcı değil. Kurumsal denebilecek
şirketlerde bile yönetici konumdaki bazı insanlar, kendi makamını
elinden alması riskine binaen bir altlarındaki konuma, orayı hak eden
birilerini yerleştirmezler. “Düşük profil”, her daim yönlendirilebilecek
ve asla kendisine rakip olamayacak bulunmaz bir nimettir. Gözü kapalı
her söyleneni “yıldırım hızıyla” harfiyyen uygulayacak ve inisiyatif
kullanmayacak bir modern köle isteniyor çoğunlukla.
Bu zihniyetle devam ettiğimiz sürece, elin oğlu sanayi devrimi
(sanayi 4.0) konuşurken, biz hâlâ Saray’ın devrimini konuşur dururuz!
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/isi-ehline-vermek_397868
Tarih: 23 Mayıs 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetlendikten sonra uygun görülürse yayınlanacaktır. Genel ahlâka mugayir ifadeler, hakaretler veya spam türündeki muhtevaya sahip yorumlar, takdir edersiniz ki, yayınlanmayacaktır. Onun haricinde her türlü yorum yapabilirsiniz, yapınız hatta...