Geçtiğimiz hafta, bazı yayın organlarında, Avrupa Nükleer Araştırma
Merkezi’nde yapılan deneylerde ışık hızının aşıldığına dair haberler
yayınlandı.
Bilim insanlarının bazılarını (İsviçreli olanları özellikle) kalpten
götürecek kadar heyecan verici bir gelişmeydi bu. Pratikte bugüne kadar
ışık hızını geçen bir mekanizma olmamıştı (belki de vardı, ama en
azından şimdiye kadar gözlemlenememişti diyelim) ve pek çok teorinin de
gözden geçirilmesini gerektirecekti.
Haberi okuyunca “Vay ANAM vay” diyerek tepki vermek üzereydim ki, bu
araştırma merkezinin isminin Türkçe’sini değil, Fransızcasını ifade eden
Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire kelimelerinin
başharflerinden oluşan “CERN” kısaltması ile anıldığını hatırladım.
Ne var ki, kısa bir süre sonra bu haber yalanlandı, hem de bizzat
işin içinde olan insanlardan biri Doç. Dr. Umut Köse tarafından. Bana
kalırsa CERN’in yapamadığını, bu haberi yayınlayan basın organlarımız
yapmış ve haberi ilk kendilerinin vermiş olması, haberin muhteviyatının
anlamı hakkında çok fazla bilgilerinin olmaması veya bilmediğimiz başka
saiklerin de tesiriyle, ışıktan hızlı hareket ederek yayınlamışlardı.
Demek ki istediğimiz zaman yapabiliyor ve ışık hızını egale
edebiliyorduk. Nitekim, yerli uçak işine girmiş bir ülkeydik ve 2011
yılı milletvekili genel seçimlerinde, ismi lâzım değil, bir siyasî
partimizin seçim afişlerinde “yerli uçağımız göklerde” deniyordu. Çok
hızlı gidiyor olmalı ki, 2016 itibarıyla hâlâ o uçak yere inmiş değil!
Önümüzdeki ilk seçimde yere inebileceğine dair kuvvetli hislerim var.
Evet, o uçak bir gün gelecek, hissediyorum. Fikri Işık bakanımız kadar
olmasa da, hislerim kuvvetlidir.
Peki bu deneyler bizim ülkemizde neden yapılamıyordu ki? Düşünsenize,
hadron çarpıştırıcı laboratuvarı ülkemizde olsaydı… Neticede Bolu
Tüneli’mizin 9 katı büyüklüğünde bir yer olacaktı. En iyi bildiğimiz,
millî uzmanlık alanımız inşaat kısmı bizim için çocuk oyuncağı.
Hadronlar muhtemelen sıraya dizilir, istikrar marşı okunur ve “rahat,
hadron! Işık hızına, ileri, marş marş!” komutuyla hızlandırılırdı. Her
halde bu araştırmaları TÜBİTAK yürütecekti. Baktın ki ışık hızını aşınca
paralel evrenlere geçiş yapacaklar, tüp takardın, hem yokuşta hızını
keser hem de daha az yakardı.
Bir laboratuvarın az yakması önemlidir, çünkü bilimsel araştırmalar
yapmak pahalı bir iştir. Elin Amerikalı’sı yeri geldiğinde milyonlarca
dolar para harcayarak bir kuyruklu yıldız peşine düşer, yerden bir roket
fırlatır, yıllarca roketin kuyruklu yıldıza ulaşması için bekler. Roket
ulaşınca iş bitmez, “güneşi gördüm” deyinceye kadar uykuya dalar ve
daha bilmediğimiz türlü badireler atlatır. “Milyarlarca dolar paramız
olsaydı, o araştırmaları biz de yapmaz mıydık?” diyenlerimiz için
Cenâb-ı Erhamur Rahimin, rahmet hazinesinden bize de bir göktaşı
gönderdi. Hem de Amerikalı’ların araştırmak için peşinde koştukları
kuyruklu yıldızdan kopan bir parça! Gökte aranan taş, bir overlokçu
titizliğiyle ayağımıza kadar gelmişti.
Peki bu göktaşı parçalarını biz ne yaptık? Sattık… Parasını da
inşaata ve arabaya verdik. “Hayatı tesbih yapıp sallamakla” övünen bir
milletin efradı olarak, bu fırsatı da kaçırmayıp göktaşı parçalarını
tesbih yapıp satanlar da oldu. Diyeceğim, bütün alıcılar bilim için
almadılar.
Maliyemizi bir düşüncedir aldı: “Vergisi alınacak mı, yoksa
alınmayacak mı?” Millî gelir kapsamına girebilirdi pekâlâ, çünkü “kişi
başına düşme özelliği” vardı. Neyse ki, “gayr-i safi” köylülerimiz
herhangi bir fatura veya fiş kesmemişlerdi taşları satarken. Maliye
Bakanımız vergi alınması konusunu twitter üzerinde yayınladığı bir
ankette millete sormuş ve kahir ekseriyet, vergi alınmasının uygun
olmadığını düşündüğünü belirtmişti.
Son bir hafta içinde gerçekleşen bir ikinci önemli olay da, 666 gün
boyunca bandrol verilmeyerek basımına izin verilmeyen Nur Risaleleri’nin
özgürlüğüne kavuşmuş olmasıydı. Bilindiği gibi yasal bir düzenleme ile
önce basım yetkisi sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmek
istendi. İtirazları değerlendiren Anayasa Mahkemesi, bu kanunu iptal
etti. Hangi kritere göre akredite edildikleri meçhul bazı basımevlerine,
dayatılmış bir metnin bastırılmasını, “metnin aslını korumak” adı
altında kamuoyuna lanse etmişlerdi.
Türkiye’de kimler ışık hızını yakalamaya ve geçmeye çalışır ve ne
kadar başarılı olur bilemem. Ama son gelişmeler gösterdi ki NUR’un
hızını kesme çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Kâfirler ve
zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/rahat-hadron-isik-hizina-mars-mars_382801
Tarih: 1 Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetlendikten sonra uygun görülürse yayınlanacaktır. Genel ahlâka mugayir ifadeler, hakaretler veya spam türündeki muhtevaya sahip yorumlar, takdir edersiniz ki, yayınlanmayacaktır. Onun haricinde her türlü yorum yapabilirsiniz, yapınız hatta...